Kerbela’nın Şehitleri Ve Şahitleri

Kerbela’nın Şehitleri Ve Şahitleri

Ehli Beyt Mektebi derslerinde bu hafta, Muhammed Emin Yıldırım Hocamız, “Kerbala’nın Şehitleri ve Şahitleri” başlığında, Kerbela meydanında yaşanan elim olayları, şehitleri ve bu hadiselere şahitlik edenleri anlattı.

Dersten Cümleler:

Efendimiz (sas): “Belaların en şiddetlisine peygamberler, sonra Hakka yakınlıklarına göre veli kullar, sonra ise derecesine göre diğer müminler maruz kalırlar” buyurmuştur.

Kerbala’nın meydanına Abdullah b. Ümeyr ve hanımı Ümmü Vehb gelişi…

“Hepimiz kurban olacağız bugün Kerbala’nın meydanında, Hüseyin’de kurban olacak bu meydanda, ama biz ne yapıp edip, Hüseyin gibi bir kurbana kurban olmalı, ondan önce biz gitmeli, biz yaşarken ona bir şey olmamalı…”

Büreyr b. Hudayr meydanda…

Ondan sonra Hür b. Yezid yürüdü meydana… Karşısına Temim kabilesinden Yezid b. Süfyan çıktı. Hür, tek darbe ile Yezid’i yere serdi.

Arkasından meydana Nafi b. Hilal yürüdü. Müzahim b. Hureys isimli Kufe’li onun karşısına çıktı. Nafi’ye dedi ki: “Ben Osman’ın dinidenim, ya sen kimin dinindesin!” Bu söze dikkat edin Kufelilerin hangi yalanlara kanarak Kerbala meydanına geldiklerini daha iyi anlayacaksınız. Nafi, Müzahim’e dedi ki: “Ben Allah’ın gönderdiği son din olan İslam dinindenim. Allah’a yemin olsun ki, Osman’da aynı dindendi. Ama sen Osman’ın dininde değil, şeytanın dinindensin.” Bu sözlerin üzerine saldırdı Nafi ve Müzahim’i yere serdi.

Kufe ordusunun komutanlarından Amr b. Haccac, adamlarına bağırarak dedi ki: “Ey Ahmaklar! Siz kimlerle savaştığınızı biliyor musunuz? Öyle bir kavim ile savaşıyorsunuz ki, onlar ölmeyi isteyen, ölümü özleyen insanlardan oluşuyor. Onların karşısında siz durabilir misiniz? O halde tek tek savaşmayı bırakın şimdi toplu olarak saldırıyoruz!”

Müslim b. Avsece şehadete yürüyor…

“Ey Abdullah! Ne mutlu sana ki, peygamber’in çocuklarının yolunda şehadet şerbeti içtin! Cennet sana mübarek olsun! Cennet nimetleri sana afiyet olsun!”

Kerbala meydanında kılınan son öğlen namazı…

Habib b. Müzahir’in şehadete yürüyüşü…

Züheyr b. Kayn’ın şehit edilmesi…

Aliyü’l-Ekber: “Ey Azgın Kavim! Ben geldim. Adım Ali, babam Hüseyin, dedem Ali; Kâbe’ye andolsun ki bizleriz nesli Nebi!”

“Oğlum! Allah seni öldüren kavmi öldürsün! Onlar ki, Allah’ın hükmüne karşı ayaklandılar, onlar ki, Resulullah’a hürmetini ayaklar altına aldılar! Onlar ki, senin gibi birini öldürdüler”

Abdullah b. Müslim b. Akil…

Zeyneb’in ve Abdullah b. Cafer’in oğlu Avn, sonra onun kardeşi Muhammed… Onlar Zeyneb’in oğulları idi, dayıları Hüseyin’in hayranları idi. Zeynep, çocuklarının şehadetini duyunca, çadırdan yine koşup geldi, gözünde yaş vardı, ama dilinde feryat yoktu. Diyordu ki; “İşte şimdi o dayıya layık yeğenler oldunuz, işte şimdi dedeniz Cafer’in torunları oldunuz.”

Kasım b. Hasan’ın Kerbala’nın meydanında yıkılması…

“Ey Kufeliler! Şu çocuğa bir bakın, günlerdir boğazından bir damla su gitmemiş. Bize ne yapıyorsanız, yapın bu çocukların ne suçu var. Bari onları susuz bırakmayın” dedi. Daha Hz. Hüseyin’in sözleri bitmemişti ki, Esedoğullarından bir zalim, ok atarak küçük Abdullah’ın tam boğazından vurdu. Abdullah, babası Hüseyin’in elinde kanlar içerisinde kalmış, Abdullah’ın boğazından akan kanlar Hüseyin’in avuçlarını doldurmuştu. Taberi Tarihi’nde anlatıyor, Hz. Hüseyin avuçlarındaki kanı boşatırken şöyle diyordu: “Ya Rab! Bize göklerden yardım etmeyeceksen, o halde hakkımızda daha hayırlı olanı ihsan et! Ya Rab! Bize göklerden yardım etmeyeceksen, o halde hakkımızda daha hayırlı olanı ihsan et!”

Hz. Hüseyin, minik yavrusunu bağrına bastı. Boğazındaki oku çekip çıkardı. Sonra dedi ki: “Abdullah’ım! Sen bizim en küçük kurbanımızsın. Allah katında Salih’in devesinden daha kıymetlisin! Allah seninde şehadetini kabul etsin.” Sonra çadırlardan bir bez istedi. Abdullah’ı bezlere sererek diğer şehitlerin yanına koydu ve savaş meydanına geri döndü.

“Ey Ümmü Gülsüm! Herkes oğullarını kurban olarak verdi ise, sen de beni kardeşin Abbas’ı kurban verirsin.”

“Ey Hüseyin! Senden son bir isteğim var!” Hz. Hüseyin, söyle kardeşim dedi. Abbas dedi ki: “Beni yaralı bir biçimde çadırlara götürme! Yeğenlerime söz verdim. Onlara su getirecektim. Ama yapamadım. Elim boş olarak onların yanına gitmek istemiyorum!”

“Allah’ım! Bu nasıl bir ordu ki, komutanı sadece Hüseyin, askeri sadece Hüseyin’dir.”

“Ey kardeşim ve ey kızlarım! Bu Allah’ın bize yazdığı bir imtihandır. Sabredin, ağlayıp, sızlayıp düşmanı üzerinize güldürmeyin. Sizler Ehli Beyt’in kızlarısınız. Size düşmanı güldürmek yakışmaz!”
33 mızrak, 34 ok yarası ile Hüseyin Kerbala’nın meydanına düştü.

En son Sinan b. Enes isimli asker elindeki mızrağı yerde yatan Hüseyin’in sırtına hızlıca geçiriyor ve Hüseyin’i Kerbala meydanında şehit ediyordu.
Sinan, yanında duran Havli b. Yezid’e; “Kes Hüseyin’in başını, o baş bize çok şey kazandırtacak” diyordu. Havli eline aldığı kılıç ile Hz. Hüseyin’in kanlı bedenine doğru yaklaşıyor, ama elleri titriyor, korkudan kesemiyordu. Sinan sinirleniyor, eline aldığı kılıç ile Hz. Hüseyin’in mübarek başını gövdesinden ayırıyor, Havli’ye teslim ediyordu. Onlar mübarek başı Kufe’ye İbn Ziyad’a götürmek için yola çıkıyorlardı.

Tabiin’in büyük imamlarından Hasan-ı Basri, Kerbala’yı anlatırken şöyle diyecekti: “Yeryüzünde bu şekilde toplu halde bir ailenin katliamı söz konusu olmamıştır.”

Bir aileden 23 şehit… Hz. Hüseyin ve iki oğlu Aliyü’l-Ekber ve Abdullah… Baba bir kardeşleri, Abbas, Osman, Cafer, Abdullah, Muhammed ve Atik, Hz. Hasan’ın oğulları Kasım, Ebu Bekir, Abdullah ve Akil’in çocukları, Cafer ve Zeyneb’in çocukları tam 23 fidan, 23 Ehli Beytin mensubu…

Kerbala’nın şahitleri, başsız bedenlere bakıp gözyaşı dökerlerken Hz. Zeyneb’in sözleri o meydanda olanları sarsacaktı. Diyordu ki: “Ey Muhammed’im, Ey Muhammed’im! Sana gökteki melekler salatü selam getiriyorlar. Hüseyin ise şu otsuz, bozkır çölde tozlara topraklara kanlara bulanmış, azaları kesilmiş, biçilmiş, kırılmış dökülmüş yatıyor. Ey Muhammedim! Senin kızların esir alınmış, zürriyetin ise kılıçlardan geçirilmiş!”

İbn Ziyad, elindeki sopayı, Hz. Hüseyin’in mübarek dudaklarına ve gözlerine sürüyor; “nede güzel dişleri varmış, nede güzel gözleri varmış” alay ediyordu. Zeyd b. Erkam daha fazla bu manzaraya dayanamamış ve şöyle haykırmıştı: “Çek o zalim değeneğini Hüseyin’in başından… Allah’a yemin ederim ki, senin alay ettiğin o dudakları, kaç kez Efendimiz’in öptüğüne ben şahit oldum!”

İbn Ziyad bu söz üzerine sarsılacak, sonra Zeyd b. Erkam’a diyecekti ki: “Eğer kocamış bir ihtiyar olmasaydın, şimdi senin boynunu vurdururdum!” Zeyd b. Erkam daha fazla orada duramayacak, dışarı çıkacak ve Kufe halkına şöyle seslenecekti: “Ey Arap cemaati! Sizler bugünden sonra artık birer kölesiniz. Sizler Fatıma’nın oğlunu öldürüp, Mercane’nin oğlunu kendinize vali yaptınız. Hâlbuki o, sizin hayırlılarınızı öldürüyor, işe yaramaz olanlarınızı ise kendisine kul ediyor. Siz bu zillete razı oldunuz. Zillete razı olan kahrolsun, zillete razı olan kahrolsun.”

Hz. Zeynep dedi ki: “Allah’a hamdolsun ki, bizi Muhammed’in Ehli Beyt’i kılarak şereflendirdi ve bizi her türlü kirden, çirkinlikten arındırdı. Zalimlerin ise yaptıklarını yanlarına bırakmayacaktır. Senin sözünün hiçbir aslı yoktur. Onu öldüren Allah değil, senin fasık ve facir adamlarındır. Fasık olan düşkün, facir olan ise yalancıdır.”

O günün öğlen vakti İbn Ziyad Kufe’nin en büyük camisinde halka hitap etti. Sözlerine şöyle başladı: “Allah’a hamdolsun ki! Hakkı ve hak sahiplerini muzaffer ve üstün kıldı. Müminlerin emiri Yezid b. Muaviye’ye ve onun cemaatine yardım etti. Yalancı oğlu yalancı Hüseyin b. Ali ve onun taraftarlarını öldürdü.”

Bir anda Caminin içerisinden bir ses yükseldi, o ses diyordu ki: “Ey Mercanenin oğlu! Yalancı oğlu yalancı sensin. Yalancı oğlu yalancı seni vali yapandır. Sen utanmıyor musun bu sözleri peygamberin minberinde, Peygamberin evlatlarına karşı söylüyorsun.” Bu sözlerin sahibi bir Ehli Beyt aşığı olan Abdullah b. Afif el-Kindi idi.

Şahitler Kervanı Şam yolunda…

(3644)