Tarihin Yazdığı Kahraman Hz. Ali
Ali b. Ebu Tâlib b. Abdulmuttalib
Resûlullah’ın amcasının oğlu, damadı, dördüncü halife.
Babası: Ebu Tâlib
Annesi: Kureyş’ten Fâtıma bint Esed
Künyesi: Ebu’l Hasan ve Ebu Tûrab (toprağın babası), lâkabı Haydar’dır. Ayrıca “Allah’ın Arslanı” unvanıyla da anılır.
Bi’setten on yıl önce Mekke’de doğdu.
Hz. Ali beş yaşından beri Resûlullah’ın yanında büyüdü. On yaşında İslâm’ı kabul etti. Hz. Hatice’den sonra müslümanlığı ilk kabul eden odur. Hz. Peygamber ile Hz. Hatice’yi bir gün ibadet ederken gören Hz. Ali’ye Peygamberimiz şirkin kötülüğünü, tevhidin manasını anlattığında Hz. Ali hemen müslüman olmuştu.
Efendimizden 536 hadis rivayet etmiştir.
Yakın Akrabalarını Uyar
Resûl-u Ekrem, en yakın akrabalarını uyarmak ve hakkı tebliğ etmek hususunda Allah Teâlâ’dan emir alınca onları Safa tepesinde toplayıp ilâhî emirleri tebliğ etmişti. Kureyş müşrikleri onunla alay ettiler. İkinci toplantıyı Hz. Ali’ye (r.a.) bıraktı, Ali de bir ziyafet hazırlayarak Haşimoğullarını davet etti. Resûlullah yemekten sonra: “Ey Abdülmuttalib oğulları, ben özellikle size ve bütün insanlara gönderilmiş peygamberim. İçinizden hanginiz benim kardeşim ve dostum olarak bana bey’at edecek?” dedi. Yalnız Ali (r.a.) kalktı ve orada Resûlullah’a (s.a.) bey’at etti. Bunun üzerine Resûl-u Ekrem, “Kardeşimsin ve vezirimsin” diyerek Hz. Ali’yi taltif etti.
Hicret Gecesi
Hz. Peygamber hicret etmeden önce elinde bulunan emanetleri, sahiplerine verilmek üzere Ali’ye bıraktı ve o gece Hz. Ali, Resûlullah’ın yatağına yatarak müşrikleri şaşırttı. Böylece Hz. Ali, Hz. Peygamber’i öldürmeye gelen müşrikleri oyalayarak onun yerine hayatını tehlikeye atmış, bu suretle Resûlullah’a (s.a.) hicreti sırasında zaman kazandırmıştır. Peygamberimizin kendisine bıraktığı emanetleri sahiplerine verdikten sonra o da Medine’ye hicret etti.
Bedir Savaşında
Medine’de de Hz. Peygamber’in devamlı yanında bulundu, bütün cihat harekâtlarına katıldı. Bedir’de sancaktardı. Aynı zamanda keşif kolunun başındaydı; hakim noktaları tespit ederek Hz. Peygamber’e bildirdi. Bu mevkiler işgal edilerek, Bedir’de önemli bir savaş harekâtını başarıya ulaştırdı. Bedir savaşının başlamasından önce, Kureyşlilerle teke tek dövüşen üç kişiden biriydi. Bu dövüşte, hasmı Velid b. Muğire’yi öldürdüğü gibi, Hz. Ubeyde zor durumdayken yardımına koştu ve onun hasmını da öldürdü. Kendisine “Allah’ın Arslanı” lâkabı ve Bedir ganimetlerinden bir kılıç, bir kalkan ve bir de deve verildi.
Fatıma ile Evliliği
Hz. Ali, Bedir savaşından sonra Hz. Peygamber’in kızı Hz. Fâtıma ile evlendi. Nikâhını Hz. Peygamber kıydı. O zamana kadar Resûlullah’la oturan Hz. Ali nikâhtan sonra ayrı bir eve taşındı. Hz. Ali’nin, Hz. Fâtıma’dan üç oğlu, iki kızı dünyaya geldi. Bunlar: Hasan, Hüseyin, Muhsin adlı oğulları ve Zeynep, Ümmü Gülsüm adlı kızlarıdır.
Takvası ve Cömertliği
Hz. Ali âbid, kahraman, cesur, iyilikte yarışan, takva sahibi ve son derece cömertti. Medine’de müslümanların durumu düzeldikten sonra, Hz. Ali de bir hizmetçi almaya karar verip, Resûlullah’a gitti. Resûlullah kızıyla damadının arasına girerek: “Ben size hizmetçiden daha hayırlısını haber vereyim. Yatarken otuzüç kere Allahü ekber, otuzüç kere Elhamdülillah, otuzüç kere de Subhanallah deyin” buyurdu.
Yine bir gün yiyecek çok az yemekleri olan Hz. Ali ile ailesi sofraya oturdukları sırada kapılarına bir dilenci geldi, onlar da yemeği dilenciye verdiler. Ertesi gün gelen bir yetime, üçüncü gün gelen bir esire yemeklerini verdiler. Bu olay üç gün sürdükten sonra şu ayet-i kerime indi: “şüphesiz en iyiler mizacı kâfur olan bir tastan içerler. Allah’ın kullarının taşıra taşıra içeceği bir kaynak. Adağı yerine getirirler ve şerri yaygın olan bir günden korkarlar. İçleri çektiği hâlde yiyeceği, miskine, yetime ve esire yedirirler. ‘Biz sizi ancak Allah’ın rızası için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz oldukça asık suratlı zorlu bir günden dolayı Rabbimizden korkuyoruz’ derler. Allah da bu günün şerrinden onları korur. Onlara parlaklık ve sevinç verir.” (İnsan, 5/11)
Uhud Savaşında
Hicret’in üçüncü yılında Uhud savaşında, müslüman okçuların hatası yüzünden müşrikler müslümanların üzerine saldırmışlar, Hz. Peygamber yaralanarak bir hendeğe düşmüş ve onun öldüğü haberi yayılmıştı. Halbuki o sırada dövüşe dövüşe gerileyen Hz. Ali, Resûlullah’ın düştüğü hendeğe ulaşarak, onu korumaya almıştı. Bu savaşta Hz. Ali birçok yerinden yaralanarak gazi oldu.
Uhud savaşından sonra Hz. Ali “Benu Nadr” Yahudilerinin hainlikleri üzerine bu kabile ile yapılan savaşı bizzat idare etti. Bütün çarpışmalarda Hz. Ali kahramanca dövüşmüş ve müşriklerin en meşhur savaşçılarını öldürmüştür.
Hudeybiye’de Kâtip
Hudeybiye barışında sulh şartlarının yazılmasında o görevlendirildi. Hz. Ali, andlaşma metnini yazmaya şöyle başladı: “Bismillâhirrahmânirrahîm. Muhammed Resulullah…” Ancak müşrikler bu ifadeye itiraz ettiler. Hz. Peygamber, “Resulullah” yerine “Muhammed b. Abdullah” yazmasını Hz. Ali’ye söylemiş fakat Hz. Ali “Resulullah” ifadesinin yazımında ısrar etmiştir.
Hayber’in Fatihi
Hayber, Medine’den sürülen Beni Kurayza Yahudilerinin fitne kazanını devamlı kaynattığı bir bölge haline gelmişti. Hicretin yedinci yılında Resûlullah (s.a.) İslam ordusuyla Hayber’in üzerine yürüdü. Hayber şehri sağlam kalelerle korunan bir şehir olduğundan kuşatma uzun süre devam etti ancak fetih müyesser olmadı. Bir akşamüstü Efendimiz (s.a.) yarın sancağı vereceği kişinin elinden fethin müyesser olacağını bildirmişti. Bu yiğit de Hz. Ali’den başkası değildi.
عَنْ سَهْلِ بْنِ سَعْدٍ – رضى الله عنه – سَمِعَ النَّبِىَّ – صلى الله عليه وسلم – يَقُولُ يَوْمَ خَيْبَرَ « لأُعْطِيَنَّ الرَّايَةَ رَجُلاً يَفْتَحُ اللَّهُ عَلَى يَدَيْهِ » . فَقَامُوا يَرْجُونَ لِذَلِكَ أَيُّهُمْ يُعْطَى ، فَغَدَوْا وَكُلُّهُمْ يَرْجُو أَنْ يُعْطَى فَقَالَ « أَيْنَ عَلِىٌّ » . فَقِيلَ يَشْتَكِى عَيْنَيْهِ ، فَأَمَرَ فَدُعِىَ لَهُ ، فَبَصَقَ فِى عَيْنَيْهِ ، فَبَرَأَ مَكَانَهُ حَتَّى كَأَنَّهُ لَمْ يَكُنْ بِهِ شَىْءٌ فَقَالَ: نُقَاتِلُهُمْ حَتَّى يَكُونُوا مِثْلَنَا. فَقَالَ: « عَلَى رِسْلِكَ حَتَّى تَنْزِلَ بِسَاحَتِهِمْ ، ثُمَّ ادْعُهُمْ إِلَى الإِسْلاَمِ ، وَأَخْبِرْهُمْ بِمَا يَجِبُ عَلَيْهِمْ ، فَوَاللَّهِ لأَنْ يُهْدَى بِكَ رَجُلٌ وَاحِدٌ خَيْرٌ لَكَ مِنْ حُمْرِ النَّعَمِ »
Sehl b. Sa‘d (r.a.) Hayber günü Hz. Peygamber’den şöyle buyururken işittiğini söylemiştir: “Sancağı öyle birine vereceğim ki, Allah onun elleriyle fetih verecektir.” Bunun üzerine orada bulunanlar, bayrağın kendilerinden hangisine verileceğini konuşmaya başladılar. Onların hepsi bayrağın kendisine verilmesini umarak, sabahladılar. Resûlullah (s.a.) ertesi gün: “Ali nerede?” diye sordu. Sahâbîler: Ali gözünden rahatsız, dediler. Hz. Peygamber Ali’nin çağrılmasını emretti. Gelince gözlerine üfleyip tükürüğünü sürdü, hemen orada gözleri, hiçbir ağrımamış gibi, iyileşti. Bunun üzerine Ali: Onlar da bizim gibi müslüman oluncaya kadar mı savaşalım? dedi. Hz. Peygamber: “Ya Ali, yavaş ol! Sükûnetle Hayberliler’in sahasına kadar ilerle. Sonra onları İslâm’a davet et ve İslâmın esaslarını onlara haber ver. (Ya Ali!) Allah’a yemin ederim ki, senin sayende bir kişinin hidâyete kavuş¬ması, kırmızı develere sahip olmandan hayırlıdır” buyurdu. (Buhârî, Cihad, 102, 121, 143)
İlk Hac Vazifesi
Berae suresinin ayetleri nazil olunca, Resûlullah Hz. Ali’yi Mekke’ye gönderdi. Bu suretle hiçbir müşrikin artık Kâbe-i Şerîfi bundan sonra haccedemeyeceğini bildirdi.
Yemen bölgesinin İslâm’a girmesi zordu. Görev yine Ali b. Ebi Talib’e verildi. Hz. Ali “Bu çok güç bir iş” dedi. Resûlullah da “Ya Rabb, Ali’nin dili tercümanı, kalbi hidayet nurunun memba’ı olsun” diye dua edince, Ali, siyah bir bayrak alarak Yemen’e gitti, kısa süren irşat çalışmaları sayesinde Yemen’in Hemedan kabilesinin tümü müslüman oldu.
Halifeler Dönemi
Hz. Peygamber’in vefatı sırasında, hücre-i saadette bulunanların başında geliyordu. Hz. Ebu Bekir halife seçildiği sırada Hz. Ali Resûlullah’ın hücresinde tekfin ile meşgul idi.
Hz. Ömer devrinde devletin bütün hukuk işleriyle ilgilenip adeta İslâm devletinin baş kadısı olarak görev yaptı. Hz. Ömer’in şehâdeti üzerine yine devlet başkanını seçmekle görevlendirilen altı kişilik şûra heyetinde yer alıp, bu altı kişiden en sona kalan iki adaydan biri oldu.
Hz. Osman’ın hilâfeti döneminde idarî tutumdan pek memnun olmamakla birlikte İslâm devletinin muhtelif vilâyetlerinden gelen şikayetleri hep Hz. Osman’a bildirmiş ve ona hâl çareleri teklif etmişti. Hz. Osman’ı muhasara edenleri uzlaştırmak için elinden gelen gayreti sarfetti.
Hilafeti
Hz. Osman’ın şehâdetinden sonra İslâm’ın ileri gelen şahsiyetleri ona bey’at ettiler. Ancak onun hilafet dönemi son derece karışık bir dönem oldu. Hilâfete geçtiğinde halledilmesi gereken birçok problemle karşı karşıya kaldı. Bu karışıklıklar Cemel ve Sıffın gibi iç çatışmaları doğurdu. İslâm devleti bünyesindeki bu ihtilâfları giderme konusunda büyük fedakârlık ve gayretler gösterdi.
Şehadeti
Nihayet, Kûfe’de 40/661 yılında bir Hârici olan Abdurrahman b. Mülcem tarafından sabah namazına giderken suikasta uğradı. Aldığı yaranın etkisiyle 61 yaşında şehid oldu.
عَنْ عَمَّارِ بْنِ يَاسِرٍ قَالَ :كُنْتُ أَنَا وَعَلِيٌّ رَفِيقَيْنِ فِي غَزْوَةِ ذَاتِ الْعُشَيْرَةِ، فَلَمَّا نَزَلَهَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأَقَامَ بِهَا رَأَيْنَا أُنَاسًا مِنْ بَنِي مُدْلِجٍ يَعْمَلُونَ فِي عَيْنٍ لَهُمْ فِي نَخْلٍ، فَقَالَ لِي عَلِيٌّ: يَا أَبَا الْيَقْظَانِ! هَلْ لَكَ أَنْ تَأْتِيَ هَؤُلَاءِ فَنَنْظُرَ كَيْفَ يَعْمَلُونَ؟ فَجِئْنَاهُمْ فَنَظَرْنَا إِلَى عَمَلِهِمْ سَاعَةً ثُمَّ غَشِيَنَا النَّوْمُ، فَانْطَلَقْتُ أَنَا وَعَلِيٌّ فَاضْطَجَعْنَا فِي صَوْرٍ مِنْ النَّخْلِ فِي دَقْعَاءَ مِنْ التُّرَابِ فَنِمْنَا، فَوَاللَّهِ مَا أَهَبَّنَا إِلَّا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُحَرِّكُنَا بِرِجْلِهِ وَقَدْ تَتَرَّبْنَا مِنْ تِلْكَ الدَّقْعَاءِ فَيَوْمَئِذٍ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِعَلِيٍّ: »يَا أَبَا تُرَابٍ « !لِمَا يُرَى عَلَيْهِ مِنْ التُّرَابِ قَالَ: »أَلَا أُحَدِّثُكُمَا بِأَشْقَى النَّاسِ رَجُلَيْنِ؟ « قُلْنَا: بَلَى يَا رَسُولَ اللَّهِ! قَالَ: »أُحَيْمِرُ ثَمُودَ الَّذِي عَقَرَ النَّاقَةَ، وَالَّذِي يَضْرِبُكَ يَا عَلِيُّ عَلَى هَذِهِ يَعْنِي قَرْنَهُ حَتَّى تُبَلَّ مِنْهُ هَذِهِ يَعْنِي لِحْيَتَهُ «
Ammâr b. Yâsir der ki: Zâtu’l-Uşeyre gazvesinde Hz. Ali ile yoldaştık. Daha sonra Resûlullah (s.a.) oraya gelip konakladığında Müdlic oğullarından bir topluluğun, hurmalıkları içinde olan bir su kaynağında çalıştıklarını gördük. Ali bana: “Ey Ebu’l-Yakzân! Onların yanına gidip nasıl çalıştıklarına bakalım mı’?” deyince birlikte yanlarına gittik. Bir süre onların çalışmalarını izledikten sonra uyku bastırdı. Bunun üzerine Ali’yle hurma ağaçlarının sık olduğu bir yere gidip toprak üzerine uzandık uyuduk. Vallahi Resûlullah’ın (s.a.) ayağıyla bizi dürtmesiyle ancak kendimize geldik. Toprak üzerinde uyuduğumuz için de üzerimiz toz toprak olmuştu. Resûlullah (s.a.) işte o gün üzerindeki topraktan dolayı Hz. Ali’ye: “Ey Ebu Turâb!” dedi. Sonra bize: “İnsanlar içinde en bedbaht olan iki kişinin kim olduğunu sizesöyleyeyim mi” diye sorunca: “Ey Allah’ın Resülü! Tabi ki söyle” dedik.
Allah Resûlü (s.a.) “Bunlardan biri Semud kavminden (Salih peygambere ait olan) deveyi boğazlayan Uhaymir’dir. Ey Ali! Diğeri de şurana (başına) vurup da şuranı (sakallarını kana) bulayacak olan kişidir” buyurdu.’ [Hasen](Ahmed, Müsned, IV, 263. Ayrıca bk.: Müstedrek, III, 140, 141)
İlmi Otoritesi
Hz. Ali devamlı olarak Hz. Peygamber (s.a.)’in yanında bulunduğu için Tefsir, Hadîs ve Fıkıhta sahabenin ileri gelenlerindendir. Hatta Resûlullah’ın tabiri ile “ilim beldesinin kapısı” olarak ümmetin en bilgini idi. Hz. Peygamber yolunda insanları hakka iletmek için büyük gayretler sarfetmiş ve hilâfet dönemi iç karışıklıklarla dolu olmasına rağmen İslâm’ın öğretilmesi ve öğrenilmesi hususunda büyük katkıları olmuştu.
Medine’de duruma hakim olup yönetimi tam olarak eline aldıktan sonra öğretim için merkezde bir okul kurdu. Arapça gramerin öğretilmesini Ebu Esved ed-Düelî’ye, Kur’an okutma ve öğretme işini Abdurrahman es-Sülemi’ye, Tabiî ilimler konusunda öğretmenlik görevini Kümeyl b. Ziyâd’a verdi. Arap edebiyatı konusunda çalışma yapmak üzere de Ubâde b. es-Samit, ve Ömer b. Seleme’yi görevlendirdi.
Ümmetin malını ümmete dağıtırken de son derece titiz davranırdı. Kendisine bir pay ayırma noktasında gayet dikkatli olup, kimsenin hakkına tecavüz etmemekte de büyük bir örnek idi. Kendisini Kûfe’de görenler, kışın soğuğunda ince bir elbisenin altında tir tir titreyerek camiye gittiğini aktarırlar.
Yöneticilere Tavsiyeleri
Devlet yönetici ve memurlarının nasıl davranmaları gerektiği konusunda şu yönetmeliği hazırlamıştı.
1. Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin. Onlara bir canavar gibi davranmayın ve onları azarlamayın.
2. Müslüman olsun olmasın herkese aynı davranın. Müslümanlar kardeşleriniz, müslüman olmayanlar ise sizin gibi bir insandır.
3. Affetmekten utanmayın. Cezalandırmada acele etmeyin. Emriniz altında bulunanların hataları karşısında hemen öfkelenip kendinizi kaybetmeyin.
4. Taraf tutmayın, bazı insanları kayırmayın. Bu tür davranışlar sizi zulme ve despotluğa iter.
5. Memurlarınızı seçerken zalim yöneticilere hizmet etmemiş ve devletin suçlarından ve zulümlerinden sorumlu tutulmamış bulunmalarına dikkat edin.
6. Doğru, dürüst ve nazik kişileri seçin ve çıkar ummadan ve korkmadan acı gerçekleri söyleyebilenleri tercih edin.
7. Atamalarda araştırma yapmayı ihmal etmeyin.
8. Haksız kazanç ve ahlâksızlıklara düşmemeleri için memurlarınıza yeterince maaş ödeyin.
9. Memurlarınızın hareketlerini kontrol edin ve bunun için güvendiğiniz samimi kişileri kullanın.
10. Mektuplar ve müracaatlara bizzat kendiniz cevap verin.
11. Halkın güvenini kazanın ve onların iyiliğini istediğinize kendilerini inandırın.
12. Hiç bir zaman vaadinizden ve sözünüzden dönmeyin.
13. Esnaf ve tüccara dikkat edin; onlara gereken önemi gösterin, fakat ihtikâr, karaborsa ve mal yığmalarına izin vermeyin.
14. El işlerine yardım edin; çünkü bu yoksulluğu azaltır, hayat standardını artırır.
15. Tarımla uğraşanlar devletin servet kaynağıdır ve bir servet gibi korunmalıdır.
16. Kutsal görevinizin yoksul, sakat ve yetimlere bakmak olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın. Memurlarınız onları incitmesin, onlara kötü davranmasın. Onlara yardım edin, koruyun ve yardımınıza ihtiyaç duydukları her zaman huzurunuza çıkmalarına engel olmayın.
17. Kan dökmekten kaçının, İslâm’ın hükümlerine göre öldürülmesi gerekmeyen kimseleri öldürmeyin.
Hz. Peygamber’den beş yüzden fazla hadis rivayet etti. “Halka anladıkları hadisleri söyleyiniz. Allah ile Peygamber’in tekzip edilmesini ister misiniz?” (Buhârî, İlim) demiştir.
Kim Bana Yardım Edecek?
1- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنَا أَبِى، حَدَّثَنَا أَسْوَدُ بْنُ عَامِرٍ، حَدَّثَنَا شَرِيكٌ، عَنِ الأَعْمَشِ، عَنِ الْمِنْهَالِ، عَنْ عَبَّادِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ الأَسَدِىِّ، عَنْ عَلِىٍّ قَالَ: لَمَّا نَزَلَتْ هَذِهِ الآيَةُ ﴿ وَأَنْذِرْ عَشِيرَتَكَ الأَقْرَبِينَ ﴾ قَالَ: جَمَعَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم مِنْ أَهْلِ بَيْتِهِ فَاجْتَمَعَ ثَلاَثُونَ، فَأَكَلُوا وَشَرِبُوا – قَالَ – فَقَالَ لَهُمْ: « مَنْ يَضْمَنُ عَنِّى دَيْنِى وَمَوَاعِيدِى وَيَكُونُ مَعِى فِى الْجَنَّةِ وَيَكُونُ خَلِيفَتِى فِى أَهْلِى ؟». فَقَالَ رَجُلٌ لَمْ يُسَمِّهِ شَرِيكٌ: يَا رَسُولَ اللَّهِ! أَنْتَ كُنْتَ بَحْراً مَنْ يَقُومُ بِهَذَا؟ قَالَ: ثُمَّ قَالَ الآخَرُ: قَالَ: فَعَرَضَ ذَلِكَ عَلَى أَهْلِ بَيْتِهِ فَقَالَ: عَلِىٌّ أَنَا.
Hz. Ali der ki: «Öncelikle en yakın akrabalarını uyar.» ayeti nazil olunca, Resûlullah (s.a.) ailesini topladı. Otuz kişi bir araya geldiler ve yiyip içtikten sonra Hz. Peygamber (s.a.) onlara: “Benim borcumu benim adıma ödeyecek ve vaadlerimi yerine getirecek, cennette benimle birlikte bulunacak, aileme benim adıma sahip çıkacak kim var?”dedi. —Şerik’in ismini zikretmediği— birisi dedi ki: “Ey Allah’ın Resûlü (sen kerem ve cömertlikte) denizsin! Sana bu hususta kim vekil olmaya güç yetirebilir?” Başka birine de teklif etti. Ancak sonunda bu teklifini kendi ailesine yapınca, Hz. Ali: “Ben olurum” dedi. [Hasen] (Müsned, I, 111) (Tercüme, XV)
Sen Benim İçin Musa’nın Harun’u Gibisin
2- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنِى أَبِى، حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ، حَدَّثَنَا حَاتِمُ بْنُ إِسْمَاعِيلَ، عَنْ بُكَيْرِ بْنِ مِسْمَارٍ، عَنْ عَامِرِ بْنِ سَعْدٍ، عَنْ أَبِيهِ قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ لَهُ: وَخَلَّفَهُ فِى بَعْضِ مَغَازِيهِ فَقَالَ عَلِىٌّ: أَتُخَلِّفُنِى مَعَ النِّسَاءِ وَالصِّبْيَانِ؟ قَالَ: « يَا عَلِىُّ! أَمَا تَرْضَى أَنْ تَكُونَ مِنِّى بِمَنْزِلَةِ هَارُونَ مِنْ مُوسَى إِلاَّ أَنَّهُ لاَ نُبُوَّةَ بَعْدِى؟ ». وَسَمِعْتُهُ يَقُولُ يَوْمَ خَيْبَرَ: « لأُعْطِيَنَّ الرَّايَةَ رَجُلاً يُحِبُّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيُحِبُّهُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ »، فَتَطَاوَلْنَا لَهَا فَقَالَ: « ادْعُوا لِى عَلِيًّا »، فَأُتِىَ بِهِ أَرْمَدَ، فَبَصَقَ فِى عَيْنِهِ، وَدَفَعَ الرَّايَةَ إِلَيْهِ، فَفَتَحَ اللَّهُ عَلَيْهِ، وَلَمَّا نَزَلَتْ هَذِهِ الآيَةُ ﴿ نَدْعُ أَبْنَاءَنَا وَأَبْنَاءَكُمْ ﴾ دَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلِيًّا وَفَاطِمَةَ وَحَسَناً وَحُسَيْناً فَقَالَ: « اللَّهُمَّ هَؤُلاَءِ أَهْلِى ».
Âmir b. Sa‘d, babasından bildiriyor: Resûlullah (s.a.) bir savaşa (Tebük) çıkarken Ali’yi (r.a.) geride halefi olarak bıraktı. Ali (r.a.) : “Ey Allah’ın Resûlü! (s.a.) beni burada kadın ve çocuklarla mı bırakıyorsun?” deyince, Resûlullah (s.a.) ona şöyle buyurduğunu işittim: “Benim yanımdaki konumunun, Harun’un, Musa’nın yanındaki konumu gibi olmasına razı değil misin? ne var ki benden sonra bir peygamber gelmeyecek”.
Yine Hayber savaşında: “Bu sancağı Allah’ı ve Resûlü’nü seven, Allah’ın ve Resûlü’nün de kendisini sevdiği birine vereceğim!” buyurduğunu işittim. O zaman biz, sancağı bize versin diye kendimizi göstermeye çalışıyorduk. Ancak Resûlullah (s.a.): “Bana Ali’yi çağırın!” buyurdu. Ali (r.a.) geldiğinde gözlerinde bir rahatsızlık vardı. Resûlullah (s.a.) gözlerine üfledi ve sancağı ona verdi. Allah (c.c.) fethi onun eliyle müyesser kıldı.
«… Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah’tan yalancılar üzerine lânet dileyelim.» ayeti nazil olduğu zaman Resûlullah (s.a.), Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’i çağırdı ve şöyle dedi: “Allahım! Benim ehl-i beytim işte bunlardır”. [Sahih] (Müsned, I, 185. Ayrıca bk. Müslim, II, 236, 237; Tirmizî, IV, 329, 330) (Tercüme, XIX, 493)
3- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنِى أَبِى، حَدَّثَنَا أَبُو سَعِيدٍ مَوْلَى بَنِى هَاشِمٍ، حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ بِلاَلٍ، حَدَّثَنَا الْجُعَيْدُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ، عَنْ عَائِشَةَ بِنْتِ سَعْدٍ، عَنْ أَبِيهَا، أَنَّ عَلِيًّا خَرَجَ مَعَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم حَتَّى جَاءَ ثَنِيَّةَ الْوَدَاعِ وَعَلِىٌّ يَبْكِى يَقُولُ: تَخَلِّفُنِى مَعَ الْخَوَالِفِ؟ فَقَالَ: « أَوَمَا تَرْضَى أَنْ تَكُونَ مِنِّى بِمَنْزِلَةِ هَارُونَ مِنْ مُوسَى إِلاَّ النُّبُوَّةَ؟ ».
Âişe bint Sa‘d’ın, babasından bildirdiğine göre, Resûlullah (s.a.) Tebûk’e gitmek için yola çıktı. Hz. Ali (r.a.) onu uğurlamak için Veda tepesine kadar gelip ağlayarak: “Beni burada kalanlarla beraber mi bırakıyorsun?” deyince, Allah Resûlü (s.a.) şöyle buyurdu: “Ey Ali! Senin, benim yanımdaki konumunun, peygamberlik dışında, Musa’ya karşı Harun’un konumunda olmasını istemez misin?” [Sahih] (Müsned, I, 170. Ayrıca bk. Nesâî, Kübrâ, 8386, 8389)
Korkusuz Kahraman
4- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنِى أَبِى، حَدَّثَنَا مُعَاوِيَةُ، حَدَّثَنَا أَبُو إِسْحَاقَ، عَنْ شُعْبَةَ عَنِ الْحَكَمِ، عَنْ أَبِى مُحَمَّدٍ الْهُذَلِىِّ، عَنْ عَلِىٍّ قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى جَنَازَةٍ، فَقَالَ: « أَيُّكُمْ يَنْطَلِقُ إِلَى الْمَدِينَةِ فَلاَ يَدَعُ بِهَا وَثَناً إِلاَّ كَسَرَهُ، وَلاَ قَبْراً إِلاَّ سَوَّاهُ، وَلاَ صُورَةً إِلاَّ لَطَّخَهَا ؟»، فَقَالَ رَجُلٌ: أَنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ، فَانْطَلَقَ، فَهَابَ أَهْلَ الْمَدِينَةِ فَرَجَعَ، فَقَالَ عَلِىٌّ: أَنَا أَنْطَلِقُ يَا رَسُولَ اللَّهِ، قَالَ: « فَانْطَلِقْ»، فَانْطَلَقَ ثُمَّ رَجَعَ، فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ! لَمْ أَدَعْ بِهَا وَثَناً إِلاَّ كَسَرْتُهُ، وَلاَ قَبْراً إِلاَّ سَوَّيْتُهُ، وَلاَ صُورَةً إِلاَّ لَطَّخْتُهُا، ثُمَّ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم: « مَنْ عَادَ لِصَنْعَةِ شَىْءٍ مِنْ هَذَا فَقَدْ كَفَرَ بِمَا أُنْزِلَ عَلَى مُحَمَّدٍ صلى الله عليه وسلم »، ثُمَّ قَالَ: « لاَ تَكُونَنَّ فَتَّاناً وَلاَ مُخْتَالاً وَلاَ تَاجِراً إِلاَّ تَاجِرَ خَيْرٍ فَإِنَّ أُولَئِكَ هُمُ الْمَسْبُوقُونَ باِلْعَمَلِ ».
Hz. Ali (r.a.) der ki: Resûlullah (s.a.) bir cenazede iken: “Hanginiz Medine’ye gidip orada kırılmadık put, yerle aynı seviyede yapılmadık mezar, yok edilmedik resim bırakmayacak?” buyurdu. Adamın biri: “Ey Allah’ın Resûlü! Ben yaparım” dedi ve gidince Medine halkından korkup geri döndü. Bunun üzerine ben: “Ey Allah’ın Resûlü! Ben giderim” deyince, Hz Peygamber (s.a.): “Haydi git” buyurdu. Ben de gidip geri geldim ve: “Ey Allah’ın Resûlü! Oradaki her putu kırdım. Yükseltilmiş her mezarı yerle aynı seviyeye indirdim ve her türlü resmi yok ettim” dedim. Sonra Resûlullah (s.a.): “Bunlardan birini tekrar yapmaya kalkan kişi Muhammed’e indirileni (Kur’an’ı) inkâr etmiş olur. Fitneci ve kibirli olma. Tacir de olma, ancak hayırlı tacir ol. Şüphesiz ki bunlar (tacirler), ameli az olanlardır” buyurdu. [Hasen] (Müsned, I, 87. Ayrıca bk. Tayâlisî, 96) (Tercüme, 557)
Sahabeye Değer Atfetme
5- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنِى أَبِى، حَدَّثَنَا أَسْوَدُ – يَعْنِى ابْنَ عَامِرٍ -، أَنْبَأَنَا إِسْرَائِيلُ، عَنْ أَبِى إِسْحَاقَ، عَنْ هَانِئِ بْنِ هَانِئٍ، عَنْ عَلِىٍّ قَالَ: أَتَيْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم أَنَا وَجَعْفَرٌ وَزَيْدٌ قَالَ: فَقَالَ لِزَيْدٍ: « أَنْتَ مَوْلاَىَ »، فَحَجَلَ، قَالَ: وَقَالَ لِجَعْفَرٍ: « أَنْتَ أَشْبَهْتَ خَلْقِى وَخُلُقِى »، قَالَ: فَحَجَلَ وَرَاءَ زَيْدٍ، قَالَ: وَقَالَ لِى: « أَنْتَ مِنِّى وَأَنَا مِنْكَ »، قَالَ: فَحَجَلْتُ وَرَاءَ جَعْفَرٍ.
Hz. Ali (r.a.) der ki: Cafer ve Zeyd ile birlikte Allah Resûlü’nün (s.a.) yanına gittik. Zeyd’e: “Sen benim azatlımsın” buyurunca, Zeyd sevinçten hoplamaya başladı. Cafer’e: “Sen sima olarak da huy olarak da bana benziyorsun” buyurunca o da sevinçten hoplamaya başladı. Sonra bana: “Sen bendensin, ben de sendenim” buyurunca ben de sevinçten onlar gibi zıplamaya başladım. [Sahih] (Müsned, I, 108) (Tercüme, XVIII, 675)
Efendimiz Sabah Namazına Kaldırırdı
6ز- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ عُبَيْدِ بْنِ أَبِى كَرِيمَةَ الْحَرَّانِىُّ، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ سَلَمَةَ، عَنْ أَبِى عَبْدِ الرَّحِيمِ، عَنْ زَيْدِ بْنِ أَبِى أُنَيْسَةَ، عَنِ الزُّهْرِىِّ، عَنْ عَلِىِّ بْنِ حُسَيْنٍ، عَنْ أَبِيهِ قَالَ: سَمِعْتُ عَلِيًّا يَقُولُ: أَتَانِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَنَا نَائِمٌ وَفَاطِمَةُ وَذَلِكَ مِنَ السَّحَرِ حَتَّى قَامَ عَلَى الْبَابِ فَقَالَ: « أَلاَ تُصَلُّونَ ؟». فَقُلْتُ مُجِيباً لَهُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ! إِنَّمَا نُفُوسُنَا بِيَدِ اللَّهِ فَإِذَا شَاءَ أَنْ يَبْعَثَنَا بَعَثَنَا، قَالَ: فَرَجَعَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَلَمْ يَرْجِعْ إِلَى الْكَلاَمِ، فَسَمِعْتُهُ حِينَ وَلَّى يَقُولُ وَضَرَبَ بِيَدِهِ عَلَى فَخِذِهِ: « ﴿ وَكَانَ الإِنْسَانُ أَكْثَرَ شَىْءٍ جَدَلاً ﴾ ».
Hz. Ali (r.a.) der ki: Ben ve Fatıma seher vakti uyurken Resûlullah (s.a.) gelip kapıda durdu ve: “Namaz kılmayacak mısınız?” buyurdu. Ben: “Ey Allah’ın Resûlü! Canlarımız Allah’ın elindedir. O bizi kaldırmak istediği zaman kaldırır” karşılığını verdim. Hz. Peygamber (s.a.) cevap vermeden dönüp gitti ve giderken elini dizlerine vurarak şu ayeti okuduğunu işittim: «… Fakat insan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür.» [Sahih] (Müsned, I, 77) (Tercüme, V, 33)
Yemen’e Gönderilişi
7- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنِى أَبِى، حَدَّثَنِى يَحْيَى، عَنِ الأَعْمَشِ، عَنْ عَمْرِو بْنِ مُرَّةَ، عَنْ أَبِى الْبَخْتَرِىِّ، عَنْ عَلِىٍّ قَالَ: بَعَثَنِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِلَى الْيَمَنِ وَأَنَا حَدِيثُ السِّنِّ، قَالَ: قُلْتُ: تَبْعَثُنِى إِلَى قَوْمٍ يَكُونُ بَيْنَهُمْ أَحْدَاثٌ وَلاَ عِلْمَ لِى بِالْقَضَاءِ، قَالَ: « إِنَّ اللَّهَ سَيَهْدِى لِسَانَكَ وَيُثَبِّتُ قَلْبَكَ »، قَالَ: فَمَا شَكَكْتُ فِى قَضَاءٍ بَيْنَ اثْنَيْنِ بَعْدُ.
Hz. Ali (r.a.) der ki: Resûlullah (s.a.) beni genç yaşımda kadı olarak Yemen’e gönderdi. “Beni aralarında davaların olacağı bir topluluğa gönderiyorsun. Ama kadılık konusunda bilgim yok” dediğimde, Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: “Allah dilini doğruya yöneltecek, kalbini de (hak üzerinde) sabit kılacaktır”. Bundan sonra hiçbir davada hüküm verirken şüpheye düşmedim. [Sahih] (Müsned, I, 83. Ayrıca bk. İbn Sa ‘d, Tabakât, II, 337; İbn Ebi Şeybe, Müsned, X, 58; Hâkim, Müstedrek, III, 135) (Tercüme, XIX, 499)
Hz. Peygamber’le Bir Mekke Hatırası
8- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنِى أَبِى، حَدَّثَنَا أَسْبَاطُ بْنُ مُحَمَّدٍ، حَدَّثَنَا نُعَيْمُ بْنُ حَكِيمٍ الْمَدَائِنِىُّ، عَنْ أَبِى مَرْيَمَ، عَنْ عَلِىٍّ قَالَ: انْطَلَقْتُ أَنَا وَالنَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم حَتَّى أَتَيْنَا الْكَعْبَةَ، فَقَالَ لِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم: « اجْلِسْ »، وَصَعِدَ عَلَى مَنْكِبَىَّ فَذَهَبْتُ لأَنْهَضَ بِهِ، فَرَأَى مِنِّى ضَعْفاً، فَنَزَلَ وَجَلَسَ لِى نَبِىُّ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَقَالَ: « اصْعَدْ عَلَى مَنْكِبَىَّ »، قَالَ: فَصَعَدْتُ عَلَى مَنْكِبَيْهِ، قَالَ: فَنَهَضَ بِى، قَالَ: فَإِنَّهُ يُخَيَّلُ إِلَىَّ أَنِّى لَوْ شِئْتُ لَنِلْتُ أُفُقَ السَّمَاءِ، حَتَّى صَعِدْتُ عَلَى الْبَيْتِ وَعَلَيْهِ تِمْثَالُ صُفْرٍ أَوْ نُحَاسٍ، فَجَعَلْتُ أُزَاوِلُهُ عَنْ يَمِينِهِ وَعَنْ شِمَالِهِ وَبَيْنَ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ حَتَّى إِذَا اسْتَمْكَنْتُ مِنْهُ، قَالَ لِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم: « اقْذِفْ بِهِ »، فَقَذَفْتُ بِهِ فَتَكَسَّرَ كَمَا تَتَكَسَّرُ الْقَوَارِيرُ، ثُمَّ نَزَلْتُ فَانْطَلَ
(899)