Nimet Verilenlerin Yolunda Yürümek
Muhteşem Ahlak dersinde bu hafta Muhammed Emin Yıldırım Hocamız, mühim bir bahis olan ‘Dava Ahlakı’ konusuna değindi. ‘Nimet Verilenlerin Yolunda Yürümek’ başlığında, Hz. Peygamber’in (sas) örnekliğinde, ideal dava adamının portresinin nasıl olması gerektiğini örnek ve mesajlarla anlattı.
Dersten Cümleler
Biz Fatiha, kapısından içeriye gireriz. Fatiha bir açılış, bir başlangıçtır.
Fatiha Sûresi bir yönü ile bir yolname, bir yol ahlakı manzumesidir.
Yola çıkın, Yola çıkartın, Yolda kalın, Yola yakışın ve Yolda ölün!
“Onların dualarının sonu da şudur: Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” (Yûnus, 10)
Müslümanın en önemli önceliği doğru yolda, doğru bir şekilde yürümek olmalıdır.
Yürümek insanın kaderidir, insan bu dünyada bir yolcudur, kaderi yürümek olan bir yolcu…
Her yolcuya menzile varması için dört şey gereklidir: Harita, Pusula, Refîk, Azık…
Harita Kur’an! Pusula Sünnet! Refik Sahâbe! Azık Sadık Dostlardır…
Çapaksız göz mü var?
Fatiha Sûresi’nde işaret edilen, “Nimet Verilenler” ifadesi önemlidir.
Nimet verilenler kimlerdir?
Bunlar ne gibi nimetlere muhatap olmuşlardır?
Nimet verilenlerin kimler olduğunun cevabı; Nisa Sûresi 69. ayettedir. Bunlar: “Nebiler, Sıddıklar, Şehitler ve Salihler” dir.
Elde edilen nimetler sadece dünya nimetleri olmadığı gibi sadece ahiret nimetleri de değildir. Hem dünya, hem ahiret nimetleridir ve bunlar onlarca farklı ayette sayılır.
Nedir bu nimetler?
1. Allah’ı sevmek ve Allah tarafından sevilmek
2. Müminlere karşı şefkatli olmak
3. Kâfirlere karşı izzetli olmak
4. Cihadı hayatın esası kılmak
5. Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmamak
Risalet Davası’nın beş temel ilkesi:
Rüya görecek, hedef belirleyeceksin.
Belirlediğin hedefe varmak için üç damlayı akıtacaksın.
Arkana bakmayacaksın.
Karşılık beklemeyeceksin.
Neticeyi Allah’a bırakacaksın.
Aişe annemizin rivayet ettiği üzere: “Resûlullâh’a (sallallahû aleyhi ve sellem) vahiy, ilk önce uykuda gördüğü sâdık rüyalarla başlamıştı. Gördüğü her rüya, sabah aydınlığı gibi aynen çıkardı.” buyurmaktadır. (Buhârî, Bed’ül-Vahy, 3; Müslim, Îmân, 252)
“Haticem! Artık uyku vakti bitti!”
“Ey Ebû Talib! Sen aramızda yaşça, şeref ve mevkice bizden ileridesin. Biz senden, kardeşinin oğlunu, bizimle uğraşmaktan men etmeni istiyoruz.”
“Ey Ebû Talib! Biz seni yeğenin Muhammed için uyarmıştık ama sen bu konuda hiçbir şey yapmadın. Yeğenini bu işten men etmedin. Biz Vallahi artık onun atalarımıza dil uzatmasına, akıllarımızı akılsız saymasına, ilahlarımızı yermesine katlanamayacağız. Sen ya onu bizimle uğraşmaktan vazgeçirirsin, ya da iki taraftan birisi yok oluncaya kadar, onunla da seninle de harpederiz!”
“Ey kardeşimin oğlu! Kavminin ileri gelenleri bana geldiler. Şöyle şöyle söylediler. Senden, bana şikâyetlendiler. Senden dolayı beni çok üzdüler. Senden bir tek dileğim var, atalarına dil uzatmak, ilahlarını yermek gibi, onların hoşlanmayacakları şeylerden vazgeç! Hem bana acı, hem kendine acı! Güç yetiremeyeceğim, altından kalkamayacağım bir işi bana yükleme!”
“Ey amca! Vallahi, Güneş’i sağ elime, Ay’ı sol elime koysalar, ben yinede bu işten vazgeçmem. Ta ki Allah bu dini üstün kılıncaya, yâda ben bu yolda ölüp gidinceye kadar bırakmam!”
Kureyş müşrikleri, Umâre b. Velid b. Mugîre’yi Ebû Talib’e götürdüler.
“Ey Ebû Talib! Sen, bizim içimizde seyyidimiz ve üstünümüzsün! Bu Umâre b. Velid, Kureyş gençleri içinde en güçlü, en yakışıklı bir gençtir. Sen bunu al! Kendisinin aklından ve yardımından yararlan! Kendine onu oğul edin! Senin olsun! Senin dinine, baba ve atalarının dinine karşı olan, bizi bölen yeğenin Muhammed’i bize ver!”
“Sen bizim ilahlarımıza dil uzatma! Biz de seni ve ilahım bırakalım!”
Peygamberimiz Aleyhisselam başını kaldırıp semaya baktı: “Şu güneşi görüyor musunuz?” diye sordu. “Evet! Görüyoruz” dediler. Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam: “Ben sizi bu güneşin ışıklarından, yani aydınlanmanızdan alıkoymaya güç yetirebilir miyim?
“Ey Muhammed! Biz seninle konuşalım diye sana haber saldık. Biz vallahi Araplardan, senin kavminin başını derde soktuğun gibi kavminin başını derde sokan bir adam daha bulunduğunu bilmiyoruz! Sen babalarımıza ve atalarımıza dil uzattın! Dini ayıpladın! İlahlarımıza dil uzattın! Akılları akılsızlık, beyinsizlik saydın! Birliği böldün, dağıttın! Aramızda yapmadığın, başımıza getirmediğin kötü iş kalmadı!”
“Söyle sen bizden ne istiyorsun?”
Risalet davası, Rabbani bir davadır. Rabbani bir davanın gayri meşru araçları olmaz.
“Dediğiniz şeylerin hiçbirisi bende yoktur! Ben size getirdiğim şeylerle ne mallarınızı istemek, ne içinizde büyük şeref ve şan kazanmak, ne de üzerinize hükümdar olmak için gelmiş değilim. Fakat beni Allah size bir peygamber olarak gönderdi ve bana bir de Kitab indirdi. Sizin (kabul edenleriniz) için, (Cennetle) bir müjdeleyici ve (kabul etmeyenleriniz) için de (Cehennemle) bir korkutup uyarıcı olmamı bana emretti. Ben Rabbimin bana yüklediği elçilik vazifelerini size tebliğ ettim ve sizi öğütledim! Size getirdiğim şeyi kabul ederseniz; o, dünyada ve ahirette nasip ve azığınız olur! Eğer onu kabul etmez, reddederseniz, Yüce Allah benimle sizin aranızda hükmünü verinceye kadar bana düşen, Allah’ın emrini yerine getirmek üzere, her güçlüğe karşı göğüs germektir.”
Abdullah b. Ebî Ümeyye, Allah Resulü’nün (sas) karşısında…
Bu dava Allah’ın davasıdır; Allah’ın davası, Allah’ın dediği gibi olur…
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı şefkatli, kâfirlere karşı izzetli bir topluluk getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.” (Maide, 54)
“Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah’tır, Resûlüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler.” (Maide, 55)
“Kim Allah’ı, Resûlü’nü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah’ın tarafını tutanlardır.” (Maide, 56)
Ya biz bu dava ile var olacağız, yada yok olup gideceğiz.
“İslam’ın her derdine razı olduğunu söylüyorsun. Bu müjdenle bize aşk ve şevk veriyorsun. O halde iyi dinle: Vazifen; dikenler arasından güller toplamaktır. Ayağın çıplaktır batacak, elin açıktır ısıracak, buna sevineceksin…”
“Anadan, yardan, serden ayrılacaksın. Candan, gönülden Kur’an’a sarılacaksın. Damla iken deniz, nefes iken tayfun olacaksın. Derdini yazmak için derini kâğıt, kanını mürekkep edeceksin…”
“Bir gün Kur’an etrafındaki surların yıkıldığını görürsen, hemen kemiklerini taş, etlerini harç, kanında su edeceksin. Etrafına ilimden, irfandan, faziletten, ahlaktan, kaleler dikeceksin, kaleler fedailer ister, nasıl olsa sende içinde fedai olacaksın…”
(4747)