Allah’ı Sevmenin İspatı: Peygambere İttiba
Nebevî Miras derslerimizin bu haftaki konusu Hz. Peygamber’e (sas) ittiba meselesi idi. Muhammed Emin Yıldırım Hocamız, “Allah’ı Sevmenin İspatı Peygamber’e İttiba” başlığı altında, ittibanın nasıl anlaşılması gerektiğini ve nasıl uygulanması gerektiğini örneklerle anlattı. Sahabe neslinin ittiba sorumluluğunu nasıl anladıklarına da değinen Hocamız, bizim dünyamızda bu meselenin karşılığının ne olması gerektiğini de ortaya koymuş oldu.
Dersten Cümleler
Bir hakikat var ki, bugün sıkıntı ve işgal altında olan İslam coğrafyalarının gündem edilmesi bile çoğu zaman zalimlerin saldırılarını arttırdıkları zaman dilimlerinde oluyor…
Karşımızda adım adım bir strateji üzere hedefine doğru yürüyen Siyonsit bir çete var, içimizde adım adım onların arzularını yerine getiren bir nifak çetesi var ve yine içimizde tek dertleri dünya menfaati olan, bu menfaatlerini kaybetmemek için şeref ve izzetlerini satan bir fısk cephesi var…
Düşmanını tanıyamayan, düşmanına karşı siper alamaz…
İttiba çizgisi, bize duracağımız yeri öğretirdi…
Silahlarını kendine çeviren bir ümmet, bedduaları İsrail’e gönderen bir ümmet…
Hz. Peygamber’e (sas) karşı hukukumuzun beş temel kavram üzerinde anlaşılabileceğini söylemiştik. Bunlar: İtaat, İttiba, İ’tisam, İhsan ve İtidal…
Bu kavramalar içerisinde değerlendirilmesi gereken 3 ek kavram daha var: İltizam, İmtisal ve İktida
İtaat, Allah Resulü’nün (sas) tebliğ ettiği her hakikate, kayıtsız ve şartsız kalben boyun eğmek, teslim olmaktır.
İttiba, Allah Resulü’nün (sas) tebliğ ettiği her hakikate, tabi olmak ve gereğini yerine getirmek için fiilen harekete geçmektir.
İ’tisam, Allah Resulü’nün (sas) tebliğ ettiği her hakikate, istenilen düzeyde sarılmak, o değerleri korumak ve onlara bağlanmaktır.
İhsan, Allah Resulü’nün (sas) tebliğ ettiği her hakikate, en güzel karşılığı ortaya koyarak inanmak ve onlarla amel etmektir.
İtidal, Allah Resulü’nün (sas) tebliğ ettiği her hakikate, geldiği gibi rıza göstermek ve hiçbir şekilde aşırılıklara kapı açmadan kabul etmektir.
İltizam, Allah Resulü’nün (sas) tebliğ ettiği her hakikate, uygun bir şekilde yapışmak, sebat ve sabır ile bu çizgiyi sonuna kadar korumaktır.
İmtisal, Allah Resulü’nün (sas) tebliğ ettiği her hakikate, mutlak örneklik nazarı ile bakmak, rehberiyeti başka yerlerde aramamaktır.
İktida, Allah Resulü’nün (sas) tebliğ ettiği her hakikati, uyulması gereken bir mükellefiyet olarak anlamak, uyulan makamın gösterdiği ile yaşamaya gayret etmektir.
Bütün bu kavramların istenilen oranda tesis edilebilmesi ancak muhabbet ile sağlanır.
İtaat’te kalben teslim olmak, İttiba’da fiilen teslim olmak vardır.Böyle olduğu için münafıkları daha fazla zorlayan itaat idi.
İttiba, Kur’an’ın çokça kullandığı bir kök olan ‘Te-Be-Â’ köküne ait bir kavramdır. Kur’an-ı Kerim içerisinde bu köke ait 174 tane kullanım vardır.
Korkuda Tevhid, Ümitte Tevhid, Sevgide Tevhid…
Allah’ı Sevmek, sevgilerin en üst derecesidir.
“İnsanlardan bazıları Allah’tan başkasını Allah’a denk ilahlar edinir de onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır, şiddetlidir…” (Bakara, 165)
“(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki (bana ittiba ediniz ki) Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Ali İmran, 31)
Ayetin verdiği mesajlardan bazıları şunlardır:
Allah’ı sevmenin ispatı, Hz. Peygamber’e (sas) ittiba etmek
Allah’ın sevgisini kazanmanın yolu, Hz. Peygamber’e ittiba (sas) etmek
Allah’ın sevgisinin mükâfatı, Allah tarafından sevilmek
Allah’ın sevgisinin tezahürü, Allah tarafından bağışlanmak
Allah’ın sevgisinin tecellisi, Gafur ve Rahim isimlerinin muhatabı olmak
Mekke müşrikleri ile alakalı olan rivayet şöyledir. İbn Abbas (ra) rivayet ediyor. “Kureyşler Mescid-i Haram’da putlarını dikmişler, üzerlerine deve kuşu yumurtaları asmışlar, kulaklarına şeffaf kumaşlar koymuşlar, onlara doğru secde ediyorlarmış. Hz. Peygamber (sas) oradan geçerken, onları bu hallerde görünce: “Ey Kureyş topluluğu! Allah’a yemin olsun ki babanız İbrahim ve İsmail milletine muhalefet ettiniz. Onlar Müslüman idiler ve hiçbiri sizin yaptığınız bu kötü davranışları yapmıyorlardı” dedi. Bu söz üzerine Kureyşliler dediler ki: “Ey Muhammed! Biz bu putlara Allah’a sevgimizden ve bir de bunlar bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapınıyoruz.” Bunun üzerine ya bu ayet nazil oldu veyahut Hz. Peygamber onlara daha önce nazil olmuş bu ayeti okudu ve Allah’ı gerçek manada sevmenin ispatının kendisine tabi olmak olduğu hakikatini onlara duyurdu.” (Vahidi, Esbâbü’n-Nuzül, s. 73; Razi, Mefatihu’l-Ğayb, 8/17)
Necran heyeti ile olan yapılan konuşmalar sırasında dediler ki: “Allah’a yemin olsun ki, biz Allah’ı seviyoruz.” Bunun üzerine bu ayet Allah’a sevginin ispatına dair bir şeyi Resulullah’ın (sas) lisanı ile onlardan istedi. “Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olunuz…” ayetini okudu. (Kurtubi, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 4/169)
Ümmetin Hâkimi olan Ebû’d-Derda’ya bir gün bu ayet sorulduğunda şöyle demiştir: “Resulullah (sas) bu ayet hakkında bir gün bize şöyle demiştir: “Bu ayette bana tabi olunuz demek, ‘iyilik, takva, tevazu ve nefsin zilleti hususunda bana tabi olunuz’ demektir.” (Kurtubi, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 4/169)
Hicri 3. asrın önemli âlimlerinden biri olan Sehl b. Abdullah et-Tüsteri: “Tasavvuf yedi esas üzerinde olmalıdır: Kur’an’a sarılmak, sünnete uymak, helâl lokma yemek, eziyetten kaçınmak, günahlardan uzak durmak, tövbe etmek ve hakları yerine getirmek…”
Sehl b. Abdullah et-Tüsteri: “Allah’ı sevmenin alameti Kur’an’ı sevmektir. Kur’an’ı sevmenin alameti Peygamber’i (sas) sevmektir. Peygamber’i (sas) sevmenin alameti sünneti sevmektir. Ayrıca Allah’ı, Kur’an’ı, Peygamber’i ve Sünneti sevmenin alameti Ahireti sevmektir. Ahireti sevmenin alameti ise insanın kendisini sevmesidir. İnsanın kendisini sevmesinin alameti ise dünyaya buğzetmektir. Dünyaya buğzetmenin alameti ise ondan yeteri kadar azık ve kendisini hayatta bırakacak kadarını almasıdır.” (Kurtubi, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 4/169)
Hz. Ömer’in hilafet günlerinde bir olay üzerine el parmaklarının diyet meselesine dair bazı ihtilaflar gündeme gelir. Hz. Ömer o ana kadar Efendimiz’den (sas) bu konuda bir şey duymamış, kendi kıyas yolu ile her parmağın aynı olmadığını dolayısı ile her parmağın ayrı bir diyetinin olması gerektiğini söylemişti. Mesela; başparmak için 15 deve, işaret, orta ve yüzük parmağı için 10 deve, serçe parmak için ise 6 deve diye diyet bedeli belirlemişti. Ama sonra bir sahabiden duydu ki Efendimiz; tüm parmaklara 10 deve diyet bedeli belirlemiş, artık orada bana göre diye bir söz söylemeden anında bu görüşünden vazgeçmiş, “Resulullah’ın sesinin üzerine ses olur mu?” diyerek, tüm parmakların diyet bedelinin 10 deve olduğunu söylemiş ve bu hükme tabi olmuştu. (Abdürrezzak, el-Musannef, 9/383, 385)
“El-Vakkaf inde’l-hak/Hak karşısında hemen duran adam, hak karşısından konuşmayan adam!”
Hak karşısında susamayan adam, haksızlık karşısında konuşamaz…
“Ey taş! Biliyorum ki, sen bir taşsın, ne fayda ne de zarar verebilirsin. Eğer Allah Rasulü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) seni öptüğünü görmeseydim seni asla öpmezdim.”
“Şüphesiz Allah kıyamet günü Hacerülesvedi -gören iki gözü, konuşan bir dili olduğu hâlde- (mahşer meydanına) gönderir; o da kendisini hakkıyla selamlayanların lehinde şehadet/şahitlik yapar.”(Kenzu’l-Ummal, h. no: 34748)
“Ey Müminlerin Emiri! Biz tüccar adamlarız. Mal alır mal satarız, biraz daha fiyatları artsın diye stokladık, bir müddet sonra iyice piyasa kızışsın ondan sonra satmaya karar vereceğiz.” dediler. Hz. Ömer; “Peki, duymadınız mı Resulullah’ın bu konuda ne dediğini?” Bu iki tüccar boyunlarını eğdiler. Hz. Ömer dedi ki: “Resulullah (sas) buyurdular ki: ‘Kim Müslümanların yiyeceğini ihtikâr ederse, Allah onu iflas ve cüzzam belasına duçar eder.’ Artık siz bilirsiniz.” Bu sözleri duyunca Ferruh Mevla Osman dedi ki: “Ey Müminlerin Emiri! Allah’a ve sana söz veriyorum ki bir daha sattığım yiyecek maddelerini asla ihtikâr yapmayacağım.!” Anında ittiba etti, Ferruh Mevla Osman… Hz. Ömer onun bu haline sevindi. Ama Mevla Ömer, nefsini yenemedi ve dedi ki: “Bunda ne var, biz tüccar adamlarız, bazen ihtikâr daha fazla kazanmamıza vesile oluyor.” Yani Resulullah’ın bu sözüne tabi olacağına, akıl yürütmeye başladı. Hemen orayı terk etti, Ömer’in hışmına uğramamak için… Olayı anlatanlar diyorlar ki; “Çok geçmeden Mevla Ömer’in cüzzam olduğuna şahit olduk ve o halde vefat ettiğini gördük.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/214)
“Mescid bomboş olsa bile, oradan geçen bir tek kadın olmasa bile Abdullah b. Ömer kadınlar kapısından geçmedi hayatı boyunca o kapıyı hiç kullanmadı.”
“Oğlum! Ben sana Allah Resulü’nün sözünü söylüyorum, sen kalkmış bana ama diyerek görüşünü söylüyorsun. Resulullah’ın sözüne ama diyerek karşı bir söz söyleyen biri benim oğlum olamaz…”(Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 8/290; İbn Abdilberr, Cami’u Beyani’l-İlm, 2/190)
İmam Nafi:“Resulullah’ın sözünün üstüne söz söyleyenle benim konuşacağım bir şey kalmamıştır!”
İmam Malik: “Sen herhalde belanı istiyorsun. Ben sana Allah Resulü’nün hadisini okuyorum, sen kalkmış bana senin görüşün ne diye soruyorsun, Resulullah’ın sözü dururken görüş mü olur cahil adam?” (el-Beğavî, Şerhu’s-Sünne, l, 191)
“Bak yeğenim! Biz doğru yolu yitirmiş ve hiçbir şeyden haberi olmayan kimseler iken Allâh Teâlâ bize Muhammed’i (sas) peygamber olarak gönderdi; bize her şeyi o öğretti. Dört rekâtlı farz namazları seferde ikişer rekȃt kılmamız gerektiğini de yine ondan öğrendik. Biz onda ne görmüşsek aynen uygularız. Benim yanımda Resulullah’ın sesinin üzerine ses çıkarırsan ve itiraz edersen benden hiç beklemediğin bir tepki görürsün.” (Nesâî, Salât 3, Taksîru’s-salât 1)
“Ey Muaviye! Ben sana Resulullah’ın sözünü söylüyorum, sen kalkmış bana kendi şahsi görüşünü söylüyorsun. Eğer Allah bana buradan dönmeyi nasip ederse bundan sonra senin idarende olacağın hiçbir yerde kesinlikle yaşamayacağım.” (İbn Mace, Sünen, 1/7)
“Şüphesiz bu sapan taşı, ne av avlar, ne de düşmanı yaralayıp öldürür, fakat bu sapan taşı diş kırar, göz çıkarır.” (Buhari, Kitabü’l-Edeb, 122)
Abdullah b. Muğaffel dedi ki: “Allah Allah! Ben sana Resûlullah (sas) bundan bizi nehyetti, diyerek O’nun sözünü aktarıyorum, sen ise bu sözü hafife alıyor, tekrar o işi yapıyorsun. Vallahi bir daha senin yüzüne bakmayacağım ve seninle ölene kadar konuşmayacağım.” (İbn Mace, Kitabu’s-Sayd, 11; Nesai, Kasâme, 38; Ebû Davud, Edeb, 178)
Ebû Hureyre (ra) naklediyor:
“Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrail’e: “Ben filanı seviyorum onu sen de sev!” diye emreder. Cebrail onu sever ve sonra gök ehline: “Allah (cc) filan kulunu seviyor, onu siz de seviniz” diye seslenir. Bunun üzerine gök ehlide o kimseyi sever, sonra yeryüzündekilerin kalbinde o kimseye karşı bir sevgi uyanır.
Allah Teâlâ bir kula buğz ettiği zaman, Cebrail’e: “Ben, filanı sevmiyorum, onu sen de sevme!” diye emreder. Cebrail de onu sevmez. Sonra Cebrail gök ehline: “Allah filan kişiyi sevmiyor, onu siz de sevmeyin, der. Gök ehli de o kimseyi sevmezler Sonra da yeryüzündekilerde o kimseye karşı bir kin ve nefret uyanır.” (Müslim, Birr, 157)
(2419)