Tepkiler ve İmtihanlar Karşısında Hz. Nûh (as)

Sîret-i Enbiyâ derslerimizin bu haftaki konusu Hz. Nûh’un davetine karşı muhataplarının gösterdikleri söz ve tavırların neler olduğu idi. Muhammed Emin Yıldırım hocamız, “Tepkiler ve İmtihanlar Karşısında Hz. Nûh (as)” serlevhasının altında bütün davet elçilerinin karşılaşabileceği muhtemel tepki ve imtihanları çok önemli mesaj ve vurgularla anlattı. Hz. Nûh’u tanıdıkça davet yolunun ne kadar dikenli bir yol olduğunu bu vesile ile bir kez daha iyi bir şekilde anlamış olduk. 

Dersten Cümleler

Ülü’l-Azm peygamberlerden biri olan ve 950 yıl gecesini gündüzüne katarak, bütün meşru yol ve yöntemleri kullanarak, kavmini İslâm’a çağıran, büyük İslâm peygamberi, Hz. Nûh’u (as) biraz olsun tanıma gayretimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Müthiş bir tuğyan var, her tuğyanın arkasından bir tufan gelir…

Biz Hz. Nûh’u biraz olsun tanısak, temsil, tebliğ, takva, teselli ve tevekkül meselelerinde çok ama çok önemli mesajlar alırız.

Hz. Nuh’un üzerinde gördüğümüz mesajlar: 

– İstikamet üzere bir temsil abidesi
– Sevda haline gelmiş bir tebliğ örneği 
– Kötülüğe karşı sergilenecek bir takva modeli
– Büyük bir teselli vesilesi
– Derin bir tevekkül numunesi

Kur’ân’ın rehberliğinde üç başlık:

– Hz. Nuh kavmini neye ve nasıl davet etti?
– Kavmi Hz. Nuh’a nasıl karşılık verdi?
– Kavminin tepkilerine karşı Hz. Nuh nasıl davrandı? 

Hz. Nûh kavmini: Tevhid’e, Takva’ya ve İbadet’e davet etti.

Davetçide olması gereken yedi vasıf: ŞefkatEmniyetBeklentisizlikİstikrar, Yöntem, Tanıma ve İlim…

Hz. Nûh’un karşısındaki bulunan üç zümre:  

أَبْرَارُالنَّاسِ / Ebrârü’n-Nâs / İnsanların İyileri
أَكْثَرُأَلنَّاس / Ekserü’n-Nâs / İnsanların Çoğunluğu 
مَلأٌ مِنْ اَلنَّاس / Meleü’n mine’n-Nâs / İnsanların İleri Gelenleri 

Kavmi Hz. Nûh’a nasıl karşılık verdi?

Apaçık bir dalâlete düşmekle suçladılar. (A’raf 7/59)

Dinlememek için bahaneler ortaya koyup, hakikatten kaçtılar. (Nûh 71/7)

Dinimizi ve dolayısı ile birliğimizi bozmaya çalışıyor, ona karşı sert olun dediler. (Nûh 71/23)

“Dediler ki: Tanrılarınızı bırakmayın, ilâhlarınız Ved, Süvâ‘, Yegūs, Yeûk ve Nesr’den vazgeçmeyin!” (Nûh 71/23)

Bir üstünlüğün yok ki niye sana inanalım dediler. (Hûd 11/27)

Alaya alıp, küçümsediler. (Şuarâ 26/111)

Yanındakilerini, sana inanmış olan alt tabaka insanları kov ki seni dinleyelim, dediler. (Hûd 11/29)

Bizim üzerimizde hâkimiyet kurmak için bunları söylüyorsun dediler. (Mü’minûn 23/24)

Tehdit edip, korkutmaya çalıştılar. (Şuarâ 26/116)

Yalanladılar, yalancılıkla itham ettiler. (Kamer 54/9)

Mecnun/deli dediler. (Kamer 54/9)

Baskı altına alıp, Hz. Nûh’u iş yapamaz hale getirip, engellemeye çalıştılar. (Kamer 54/9)

Tebliğ ettiği vahyi Hz. Nûh’un kendisinin uydurduğunu iddia ettiler. (Hûd 11/35)

Her türlü hileyi yapmaktan ve tuzak kurmaktan geri durmadılar. (Nûh 71/22)

Azabın kendilerine bir an önce gelmesini istediler.  (Hûd 11/32)

Mecnun ifadesi Kur’ân-ı Kerim’de 11 yerde geçer…

“Dediler ki: Ey kendisine Zikr/Kur’an indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun!” (Hicr 15/6) 

Şuarâ 27’de, Zariyat 39’da, Firavun, Hz. Musa için böyle diyor.

Saffat 36’da, Duhan 14’de, Kalem 51’de, Tekvir 22, Mekkeliler yine Efendimiz (sas) için böyle diyorlar.

Tûr 29’da, Kalem 2’de, Rabbimiz Efendimiz (sas) için sende bir mecnunluk yok diyerek onlara cevap veriyor.

Yanındakilerini, sana inanmış olan alt tabaka insanları kov ki seni dinleyelim, dediler. (Hûd 11/29)

Aslında peygamberlere “yanındakileri uzaklaştır biz gelelim” sözü, peygamberleri yalnızlaştırma, onun yanında pazarlıksız ve beklentisiz olarak duran inanları uzaklaştırıp, peygamberi yalnızlığa düşürme oyunudur. 

Bir diğer tehlike daha var, dini belli bir sınıfa aitmiş gibi daraltma, dolayısı ile içini boşaltma var.

“Ey Muhammed! Biz sana inansak, şu kölelerle aramızda ne fark olacak?” dediler. Efendimiz (sas): “Hiçbir fark olmayacak, insanlar bir tarağın dişleri gibi eşittirler, üstünlük rütbede, ailede, zenginlikte, çocuklarının çokluğunda değil, takvadadır.” dedi. Çılgına döndüler adamlar; “Bizimle şu köleleri aynı seviyede göre din olmaz olsun” dediler.

“Ey Muhammed, sen kavminden vazgeçtin de bunlara mı razı oldun? Biz bunların arkasından mı gideceğiz? Bunları yanından kovsan biz senin meclisine gelir konuşuruz, belki de uyarız” demişler. Resûlullah “Ben müminleri kovmam!” (Şuarâ, 26/114) buyurmuş. “O halde biz geldiğimiz zaman bunları gönder, gittiğimiz zaman yanında oturt!” demişler. Hz. Ömer de “Ey Allah’ın Resulü yapsan bakalım ne olacak?” demiş. Efendimiz (sas) de acaba gerçekten beni dinlerler mi, gerçekten hidayete ererler mi diye içinden geçirmiş, işte o anda şu ayet nazil olmuş:

“Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O’na yalvaranları yanından kovm kovma! Onların hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur ki bunları kovup da zalimlerden olasın!” (En’am 6/52)

“Bu ayet bizler hakkında nazil oldu, Resûlullah bizimle beraber oturur ve biz kendisine dizimiz mübarek dizine dokununcaya kadar yaklaşırdık ve istediği zaman yanımızdan kalkardı. Sonra Kehf Sûresi’nde “Nefsini, sabah akşam, Allah’ın rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut!” (Kehf, 18/28) âyeti nazil oldu ve bundan dolayı biz kalkmadan, kalkmayı terk buyurdu ve dedi ki: “Hamdolsun Allah’a ki, ümmetimden bir kavim ile beraber nefsime sabrettirmemi bana emretmeden beni öldürmedi… Hayatımda sizinle, ölümümde sizinle…”

Selmân-ı Fârisî, Suheyb-i Rûmî ve Bilal-i Habeşi oturmuş aralarında sohbet ediyorlardı; o anda oradan Ebû Süfyan geçti. Bu üçü birbirlerine diyorlar ki: “İçimizden birinin kılıcı, Allah adına bu Allah düşmanını haklamadı…” Bu sözü Hz. Ebû Bekir duyunca hiç hoşlanmadı; döndü o üçüne dedi ki: “Siz nasıl Kureyş’in büyüğüne ve efendisine karşı bu sözü söylersiniz?”

“Sen ne yaptın Ebû Bekir! Ben bir defa Mekkeli büyüklere davetin mesajlarını ulaştırmak için onları yanımdan uzaklaştırmayı sadece içimden geçirdim, Allah bana şöyle şöyle ayetleri indirdi ve beni uyardı. Koş git onların gönüllerini yap ve helallik al; eğer onlar sana kırılmışlarsa, eğer onları gücendirmişsen Rabbini gücendirdin demektir; Allah yine ayetler gönderecektir.”

Hz. Ebû Bekir neye uğradığını şaşırır; gözyaşları içerisinde bu üç sahâbînin yanına gelir: “Kardeşlerim!  Biraz önce söylediğim sözlerden dolayı sizleri gücendirdim mi? Vallahi benim amacım sizleri üzmek değildi; sadece iman yoluna giren Ebû Süfyan’ın imana yürümesine engel olmasın diye size o sözleri söyledim. Ne olur bana hakkınızı helal edin ve bana gücenmeyin.” der.  O üç sahâbî de kızmadıklarını, gücenmediklerini söyleyerek Hz. Ebû Bekir’i teskin ederler.  (Müslim, Fezâilü’s–Sahâbe, 170)

“Ey kavmim! Allah’ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah’a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi, bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.” (Hûd 11/29) 

“Ey kavmim! Ben onları kovarsam, beni Allah’tan (onun azabından)  kim korur? Düşünmüyor musunuz?” (Hûd 11/30)

“Onlar şöyle cevap verdiler: Sana düşük seviyeli kimseler tâbi olup dururken, biz sana iman eder miyiz hiç!” (Şuarâ 26/111) 

“Nuh dedi ki: Onların yaptıkları hakkında bilgim yoktur.” (Şuarâ 26/112)

“Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Bir düşünseniz!” (Şuarâ 26/113)

“Ben iman eden kimseleri kovacak değilim.” (Şuarâ 26/114)

“Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.” (Şuarâ 26/115)

Burada üzerinde durulması gereken iki husus var: Birinci inkârcıların psikolojisi ikincisi ise inanların psikolojisi…

Dünyadaki Cennet Aile: “Hayırlı Olanı İstemek” 

“Dört şey kime verilmişse dünya ve ahiretin en hayırları o şahsa verilmiştir: Lisân-ı Zâkir (Zikreden dil), Kalb-i Şâkir (Şükreden kalb), belaya sabreden beden, nefsine hıyanetlik etmeyen, kocasının malını canı gibi muhafaza edip dininde ona yardımcı olan saliha kadın!” (Taberani, Mu’cemü’l-Evsat, 5/344)

(3450)