Zülkarneyn’in Günümüze ve Kıyamete Mesajları | Muhammed Emin Yıldırım

Sîret-i Enbiyâ derslerimizde Hz. Zülkarneyn (as) ile alakalı son dersimizi yaptık. Bu son dersimizde Muhammed Emin Yıldırım hocamız, “Zülkarneyn’in Günümüze ve Kıyamete Mesajları” serlevhasının altında Hz. Zülkarneyn’in hem Asr-ı Saadet zeminine hem bugüne hem de kıyamete dair mesajlarının neler olduğunu ve bu mesajların nasıl anlaşılması gerektiğini anlattı. Haftaya dönemin son dersini yaparak bu seneyi bitirmiş olacağız inşallah… Son dersimizde buluşmak üzere…

Dersten Cümleler

Rabbimize hamdolsun Cumartesi derslerimize ve Sîret-i Enbiyâ yürüyüşümüze yeniden kavuştuk…

Hz. Zülkarneyn hakkında dördüncü ve son dersimizi yapacağız…

Haftaya dönemin son dersini yapacağız ve Âl-i İmrân ailesine bir giriş yapacağız…

Neden Ali İmran ailesini gündem edeceğimizi de o derste biraz olsun anlayacağız. 

Hz. Zülkarneyn’in kıssanın hem düne hem bugüne hem yarına yani kıyamete çok önemli mesajları var.

Bu mesajların en önemlileri:

Düne/Saadet Asrına:

“Sizi bilmediğiniz yerlerden sıkıştırmaya çalışan kara yüzlü adamların yüzleri Kur’ân’ın bilgileri ile daha fazla kararacaktır.” 

Bugüne/Günümüze: 

“Allah’ın (cc) verdiği sebepleri iyi kullananlara, Allah (cc) daha güzel ve daha hayırlı sebepler yaratacaktır.” 

Yarına/Kıyamete:

“Uzak gördüğünüz o son gün, aslında size çok yakındır; o gün geldiğinde Zülkarneyn gibi sedler yapmış olsanız bile olacakların önü asla alınamayacaktır.” 

Hz. Zülkarneyn ile alakalı yaptığımız ilk dersimizde yani 148. dersimizde onunla alakalı 5 ifade kullanmıştık. Neydi bu 5 ifade bir kez daha hatırlayalım: 

1- O bir adâlet öğretmenidir.
2- O bir merhamet abidesidir.
3- O bir evrensel barış elçisidir.
4- O bir coğrafyaları aşan eşsiz bir fatihtir. 
5- O bir ideal devlet adamıdır. 

Bu beş ifade aslında Hz. Zülkarneyn’in günümüze verdiği mesajların alanlarına dair de bize çok önemli ipuçları veriyor.  Mesela; 

– Konumu ne olursa olsun bir insan adâleti ikame etmek istiyorsa; başvuracağı örneklerden biri de Hz. Zülkarneyn’dir.

– Konumu ne olursa olsun bir insan merhameti hayatının eksenine yerleştirmek istiyorsa; başvuracağı örneklerden biri de Hz. Zülkarneyn’dir.

– Konumu ne olursa olsun yaşadığı toplumda veya dünyada barışı hâkim kılmak istiyorsa; başvuracağı örneklerden biri de Hz. Zülkarneyn’dir.

– Konumu ne olursa olsun bir insan gönülleri ve toprakları fethetmek istiyorsa;  başvuracağı örneklerden biri de Hz. Zülkarneyn’dir.

– Konumu ne olursa olsun bir insan ideal bir yönetici, idareci, siyasetçi, devlet adamı olmak istiyorsa başvuracağı örneklerden biri de Hz. Zülkarneyn’dir.

Son alan: Yönetim, idare, siyaset ve devlet başkanlığı…

Kur’ân-ı Kerîm’de devlet başkanı, idareci, lider, rehber, önder noktasında örneklere baktığımızda karşımıza çok ilginç bir tablo çıkıyor: 11 müspet 11 menfi olmak üzere tam 22 şahıs üzerinden bize mesajlar veriyor.

Müspet Örnekler

– Hz. Yûsuf
– Hz. Mûsâ
– Hz. Hârûn
– Mü’min-i Âlî Firavun
– Tâlût
– Hz. Dâvûd
– Hz. Süleyman
– Hz. Süleyman’ın danışmanı Âsâf b. Berahyâ
– Sebe Melikesi Belkıs
– Zülkarneyn 
– Hz. Peygamber 

Menfi Örnekler

– Nemrud
– Firavun
– Kârûn
– Hâmân
– Câlût
– Velîd b. Muğîre
– Âs b. Vâil
– Nadr b. Hâris 
– Ebû Leheb
– Ebû Cehil
– Abdullah b.Übey b. Selül

Zülkarneyn kıssası, Kehf sûresi 18/83-98 âyetleri arasında, 16 âyette biz Hz. Zülkarneyn’in üzerinden ideal bir idareci ve devlet adamı örneğini çıkarmak istesek çok önemli noktalar çıkarıyoruz.

Kur’ân-ı Kerîm’den Hz. Zülkarneyn’in Devlet Adamlığı 

1- Hz. Zülkarneyn, tevhidi hayatının ve idareciliğinin merkezine yerleştirmiş biridir. (Kehf 18/98)

2- Hz. Zülkarneyn, çok büyük, güçlü, donanımlı bir hükümranlığın sahibidir. (Kehf 18/84)

3- Hz. Zülkarneyn, adâleti yönetiminin esası kılmış bir idarecidir. (Kehf 18/87, 88)

4- Hz. Zülkarneyn, kendisine bahşedilen sebepleri çok iyi kullanan ve sürekli stratejiler geliştiren bir yöneticidir. (Kehf 18/84)

5- Hz. Zülkarneyn, gücün ve mülkün büyüsüne kapılmayan ve emanet şuurunu çok iyi anlayan bir devlet adamıdır. (Kehf 18/95, 98)

6- Hz. Zülkarneyn, meşvereti/istişareyi asla ihmal etmeyen bir liderdir. (Kehf 18/88)

7- Hz. Zülkarneyn, insan unsurunu çok iyi kullanan ve yönettiği insanları geliştiren bir önderdir. (Kehf 18/96)

8- Hz. Zülkarneyn, elde ettiği başarı ve zaferlerinin kendisini farklı konumlara savurmasına fırsat vermeyen bir yöneticidir. (Kehf 18/98)

9- Hz. Zülkarneyn, idaresinin altında olan insanlar arasında asla ayrım yapmayan bir idarecidir. (Kehf 18/87, 90, 93) 

10- Hz. Zülkarneyn, hizmetinin karşılığını insanlardan değil sadece ve sadece Allah’tan bekleyen bir istiğna kahramanıdır. (Kehf 18/95)

Kur’ân’ın ideal bir devlet başkanın vasıfları olarak nazarlarımıza verdiği 10 kavram:

1- Tevhid
2- Kuvvet
3- Adâlet
4- Strateji
5- Emanet
6- Meşveret
7- Merhamet
8- İstikamet
9- Kanaat
10- İstiğna 

Zülkarneyn kıssasında 4 yerde geçen “sebeb” kelimesi:  

اِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْاَرْضِ وَاٰتَيْنَاهُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ سَبَبًاۙ  (Kehf 18/84) 

فَاَتْبَعَ سَبَبًا  (Kehf 18/85)

ثُمَّ اَتْبَعَ سَبَبًا (Kehf 18/89)

ثُمَّ اَتْبَعَ سَبَبًا (Kehf 18/92)

Bu tekrarlar Kur’ân-ı Kerîm’in çok da tercih ettiği bir üslup değildir… Bu sebep kelimesi yerine her seferinde başka kelimelerde kullanabilirdi ama özellikle bu kelimenin seçilmesinin çok ama çok önemli mesajları olmalıdır…

Sebep بَسبَ  kelimesinin, köküne bakıldığında “amaca ulaştıran maddî ve manevî her türlü araç” anlamlarına gelir.

Müfessirler tarafından ise sebep بَسبَ” “amaç ve isteklere ulaşma” anlamında açıklanmıştır.

Taberî tefsirinde sebep kelimesini “ilim” olarak açıklayan görüşlere ağırlık verir.

Râzî ile Kurtubî gibi tefsirciler ise “bir şeyi elde etmeye yarayan her türlü imkânın, istiare ile ifade edilmesi” olduğunu söylerler.

Bu açıdan bakıldığında sebep “metot, yol, yöntem ve usul”, siyasî anlamda söylemek gerekirse “strateji” anlamına gelmektedir. 

Ümmet-i Muhammed, kendilerine bahşedilen sebepleri hakkıyla kullandı mı? Hayır…

Peki, Ümmet niye kullanmadı veya kullanamadı? Üç sebepten dolayı sebepleri kullanamadık: 

1- Niyetlerimiz selim değil
2- Yediklerimiz helal değil
3- Usullerimiz doğru değil

Helal yiyen helal davranır, haram yiyen helal davranamaz…

Gelelim diğer konuya; Hz. Zülkarneyn’in Kıyamete yönelik mesajlarına…

Ye’cûc ve Me’cûc ve bunların durumlarını Enbiyâ sûresinin 96 ve 97. âyetlerinde okumuştuk

حَتّٰٓى اِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ

“Nihayet Ye’cûc ve Me’cûc’un (önleri) açıldığı ve onlar her tepeden akın ettiği zaman;” (Enbiyâ 21/96)

وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَاِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ اَبْصَارُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا بَلْ كُنَّا ظَالِم۪ينَ

“Gerçek vaad (kıyametin kopması) yaklaşır, bir de bakarsın inkâr edenlerin gözleri açılıp donakalmıştır. ‘Eyvah bizlere! Doğrusu biz bundan gafildik. Hatta biz zalim kimselermişiz’ derler.” (Enbiyâ 21/97) 

Hadis Külliyatımızda Ye’cûc ve Me’cûc ile alakalı rivayetleri irdelediğimizde karşımıza “Eşrâṭü’s-sâʿa”, “Fiten ve Melâḥim”, “Ḳıyâmet”, “Enbiyâʾ” gibi bölümlerde tekrarları ile çok fazla ama tekrarlarınızı çıktığınızda 20 civarı rivayet okuruz. 

Kıyamet alametleri, fitneler, âhir zaman, deccal, mesih ve buna benzer rivayetlerin bizler açısından iki büyük mesele karşımıza çıkıyor: 

1. Çok fazla bu bahse İsrâiliyat karışmıştır…
2. Rivayetlerde geçen mesajların ne kadarı hakikat ne kadarı mecaz oldukça zor bir konudur. 

Ye’cûc ve Me’cûc konusunda en meşhur rivayet Zeyneb bint Cahş’ın içerisinde olduğu rivayettir. Peygamberimiz (sas) bir kere telaşla Zeyneb’in yanına gelerek “La ilahe illallah, yaklaşan bir şerden dolayı vay Arabın haline. Bugün Ye’cûc ve Me’cûc’ün seddinden şunun gibi bir delik açıldı.” buyurarak başparmağı ile şehadet parmağını halkaladı. Bunun üzerine Zeyneb bint Cahş “Ya Resûlullah, içimizde bu kadar salih kimseler varken biz helak olur muyuz?” diye sordu. Resûlullah: “Evet, çirkinlik çoğaldığı zaman!” diye cevap verdi. (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 7; “Menâḳıb”, 25; “Fiten”, 4; Müslim, “Fiten”, 1)

İkinci rivayet; Ebû Hüreyre’nin bize naklettiği uzunca bir rivayettir: “Ye’cûc ve Mecûc, seddi her gün oyarlar; tam delmeye yaklaştıkları vakit güneşin ışığını görürler ve bu esnada başlarındaki amir; ‘Dönün! Seddi yarın delersiniz’ der. Sonra Allah Teâlâ (seddin oyulan o kısmını) daha sağlam bir şekilde eski hâline iade eder. (Bu böyle devam edip giderken) Ye’cûc ve Me’cûc’un süresi dolunca ve nihayet Allah Teâlâ onları insanların üzerine göndermeyi dileyince Ye’cûc ve Me’cûc (her gün olduğu gibi o gün de) seddi oymaya başlar ve yine güneşin ışıklarını görürler. (Aynı şekilde) bunların başındaki amir onlara; ‘Dönün! Yarın inşallah onu deleceksiniz!’ der. Ertesi gün döndüklerinde seddi bıraktıkları şekliyle bulurlar. (Zira sed, bu sefer daha sağlam bir şekilde yeniden inşa edilmemiştir. Bunun üzerine onlar) seddi delerler ve insanların üzerine hücum ederler. Bütün suları içerler, halk onlardan kaçar (ve sığınaklara saklanır.) Onlar oklarını göğe fırlatırlar. Okları kana bulanmış şekilde geri dönünce böbürlenerek ve şımararak şöyle derler: ‘Yeryüzündekileri perişan ettik (kırdık, geçirdik) gökyüzündekileri de mağlup ettik (onlara da üstün geldik).’ Bunun üzerine Allah Teâlâ onların enselerine negafları (kurtçuk, tenya) musallat eder ve bunlar vasıtasıyla onları öldürür. 

Resûlullah  (sas) şöyle buyurur: “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, yeryüzünün hayvanları onların etlerini yiyecek, memeleri sütle dolacak ve en güzel şekilde onlarla beslenip semizleşeceklerdir.”  (İbn Mâce, “Fiten”, 33; Tirmizî, “Tefsîru’l-Kur’ân”, 18)

Üçüncü rivayet: Ebû Saîd el-Hudrî’nin rivâyetidir.

“Ebû Saîd el-Hudrî, Resûlullah’ın (sas) şöyle buyurduğunu haber vermiştir: “Ye’cûc ve Me’cûc seddi açılır. Allah Teâlâ’nın; “Onlar her tepeden sel gibi hızlıca akıp giderler.” (Enbiyâ 21/96) âyetinde buyurduğu gibi seddi aşıp yeryüzünü istila ederler (her tarafa yayılırlar). Müslümanlar onlardan uzak dururlar; (kasaba ve köylerde) kalanları da şehirlere ve kalelere sığınırlar. Onlar deve, sığır, koyun, keçi sürülerini de yanlarına alırlar (ve meraya göndermezler). Ta ki Ye’cûc ve Me’cûc bir nehre rastlar ve nehrin bütün suyunu içip tüketir; geride hiçbir şey bırakmazlar. Onların peşlerinden gelenlerden biri şöyle der: ‘Daha önce burada su vardı.’ (Ye’cûc ve Me’cûc) tüm yeryüzüne egemen olur ve onlardan biri şöyle der: ‘Şunlar yeryüzünde yaşayanlardır ve biz onlara üstün geldik (onları yendik). Şimdi sıra (gökte yaşayanlardadır) artık göktekilerle mücadele edeceğiz (ve onları da yeneceğiz). Derken onlardan birisi kısa mızrağını göğe doğru fırlatır ve mızrak kana bulanmış bir halde geri döner. (Hep birlikte) şöyle derler: ‘Göktekileri de öldürdük!’ Tam bu esnada Allah Teâlâ onların üzerine çekirge kurtçuğuna benzeyen canlılar gönderir. Bunlar Ye’cûc ve Me’cûc’un boyunlarından yakalar ve onları çekirgelerin ölümü gibi öldürürler. (Ye’cûc ve Me’cûc’un cesetleri) birbirlerinin üzerine yığılıp kalır. Sabah olunca Müslümanlar onların seslerini duyamaz olur ve (merak edip) şöyle derler: ‘Kim canını tehlikeye atıp onların ne yaptıklarına bakıp gelecek?’ Bunun üzerine ölümü göze alan bir adam çıkıp bakar, onları ölmüş olarak bulur ve insanlara şöyle seslenir: ‘Müjdeler olsun size! Sevinin! Muhakkak ki düşmanlarınız helak olmuştur. (Bu haber üzerine) insanlar bulundukları yerlerden dışarı çıkarlar ve sürülerini de salıverirler. Fakat onlar Ye’cûc ve Me’cûc’un etlerinden başka yiyecek bir ot bulamazlar. Ama hayvanlar onların etlerini yiyerek öyle beslenirler ki, tıpkı güzel ot yiyerek semizlendikleri gibi semizlenirler.” (İbn Mâce, “Fiten”, 33; Ebû Yâ’lâ, Müsned, 2/377) 

Dördüncü rivayet: Abdullah b. Mes’ûd rivayetidir ve bu rivayet Miraç yolculuğundan bir hatıradır. 

“Abdullah b. Mes’ûd’dan rivâyeten o şöyle dedi: “Resûlullah geceleyin Mîrac’a götürüldüğü zaman orada İbrâhim, Mûsâ ve İsâ ile karşılaştı. Kendi aralarında kıyamet hakkında konuştular. Önce İbrâhim’den başladılar ve ona kıyametin ne zaman kopacağını sordular. Onun bu konuda hiçbir bilgisi yoktu (benim bu konuda bir bilgim yok dedi).

Sonra Mûsâ’ya kıyametin ne zaman kopacağını sordular. Onun da bu konuda hiçbir bilgisi yoktu (benim bu konuda bir bilgim yok dedi).

Bunun üzerine söz İsâ b. Meryem’e verildi ve o şöyle dedi: ‘Kıyametin kopmasına yakın olacak şeyler hakkında bana bilgi verildi. Ama kıyametin ne zaman kopacağını Allah’tan başka hiçbir kimse bilemez. Daha sonra Deccâl’in çıkışını anlattı ve dedi ki: ‘Sonra ben inip onu öldüreceğim ve insanlar yaşadıkları yerlere/ vatanlarına tekrar dönecekler. (Ancak iş bununla bitmeyecek bu kez) onların karşısına her tepeden sel gibi akıp gelen Ye’cûc ve Me’cûc çıkacak; onlar rastladıkları her suyu içip tüketecek ve uğradıkları her yeri talan edecekler. Bunun üzerine halk feryat figan ederek Allah’tan yardım dileyecek; ben de Allah’a dua ederek Ye’cûc ve Me’cûc’u öldürmesini isteyeceğim. (Benim bu dileğim kabul olunacak) ve yeryüzü onların leşlerinin kokusuyla dolup taşacak. Bunun üzerine (o iğrenç kokudan rahatsız olan) halk feryat figan ederek Allah’tan yardım dileyecek; ben yine dua edeceğim. Allah b bir yağmur gönderecek ve yağmur suları onların cesetlerini denizlere taşıyacak (böylece o pis kokular da ortadan kalkmış olacak). Daha sonra dağlar ufaltılıp dağıtılacak ve yeryüzü derinin yayılıp genişlediği gibi genişletilecek. (İşte bütün bunlar gerçekleşince) tıpkı ev halkının gece mi gündüz mü doğum yapacağını bilemediği vakti tamam olmuş (her an doğum yapacak) hamile bir kadının durumunda olduğu gibi insanların da kıyametin ne zaman kopacağını bilemeyecekleri bana bildirildi.” (İbn Mâce, “Fiten”, 33; Ebû Yâ’lâ, Müsned, 9/196)

Beşinci rivayet: Nevvâs b. Sem’ân rivâyetidir. 

“Nevvâs b. Sem’ân el-Kilâbî şöyle dedi: ‘Bir sabah Resûlullah Deccâl’i andı ve onun hakkında alçaltma ve yükseltme yaptı (hem onu öven/ büyüten hem de yeren/ küçülten ilginç sözler söyledi). Öyle ki biz onu (yakınımızdaki) hurma bahçeliğinde zannettik. Akşam olup Resûlullah’ın yanına vardığımızda bizdeki bu zannı (hâli, merakı) anladı ve bize; ‘Bu hâliniz nedir?’ diye sordu. Biz de: ‘Ey Allah’ın Resûlu! Sabahleyin bize Deccâl’i anlattın, onun hakkında öyle alçatma ve yükseltmeler yaptın ki biz onu hurmalıkta zannettik’ dedik.

Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu: ‘Asıl sizin adınıza beni en çok korkutan (endişelendiren) şey Deccâl’den başkasıdır. Eğer ben sizin içinizdeyken Deccâl çıkarsa ben ona galebe çalarım (onun çaresine bakarım). Ama ben sizin aranızda yokken o çıkacak olursa herkes kendi başının çaresine baksın (kendini müdafaa etsin). Allah, her Müslüman üzerine benim halefimdir (ben her mü’mini Rabbime havale/ emanet ederim). Bu Deccâl (sevimsiz) kıvırcık saçlı bir gençtir. Gözünün biri dışarı fırlamıştır. Ben onu Abduluzzâ b. Katan’a benzetirim.  (Abduluzzâ b. Katan, Huzâa kabilesinden olup İslam gelmeden evvel ölmüştür. Annesi Hâle bint Hüveylid’dir. Hz. Hatice onun teyzesidir.)

Sizden her kim ona erişirse Kehf sûresinin ilk âyetlerini okusun. Deccâl, Şam ile Irak arasındaki bir yerden çıkacak ve süratle sağa sola fesat saçacaktır. Ey Allah’ın kulları! Siz de sabırlı olunuz!” 

Biz; ‘Ey Allah’ın Resûlu! O yeryüzünde ne kadar kalacak?’ diye sorduk. 

Resûlullah; ‘Kırk gün kalacak. Ancak (o kırk günün) bir günü bir sene gibi, bir günü bir ay gibi, bir günü bir hafta gibi ve diğer günleri de sizin günleriniz gibi olacaktır’ buyurdu.

Bunun üzerine biz; ‘Ey Allah’ın Resûlu! Bu bir sene gibi olacak günde bir günün namazı bize kâfi gelecek mi?’ dedik. 

O da: ‘Hayır (gelmez)! Siz onun miktarını (normal günlerinizdeki namaz vakti kadar) kendiniz tayin ediniz (ve namazlarınızı kılınız)’ buyurdu. 

(Bu sefer) biz; ‘Ey Allah’ın Resûlu! Onun yeryüzündeki hızı nasıl olacak?’ diye sorduk. 

O da; ‘Arkasından rüzgâr esen yağmur gibidir. O (Deccâl) bir kavmin yanına gelere ek onları (kendine) davet edecek. Onlar da ona iman edecek ve onun bu davetine icabet edecekler. O, gökyüzüne emredecek yağmur yağdıracak, yere emredecek ot bitirecek. Akşam olunca (o kavmin) deve sürüleri evlerine alabildiğince uzun hörgüçlü (iyi beslenmiş/ etlenmiş halde), bol sütlü ve böğürleri dolu (karınları doymuş) olarak dönecekler. Sonra (bu Deccâl) bir başka kavmin yanına gelerek onları (kendine iman etmeye) davet edecek. Fakat bu kavim, onun sözünü reddedecek (ona inanmayacaklar). O da yanlarından savuşup gidecek. Fakat bu kavim kıtlık içinde sabahlayacak ve ellerinde hiçbir malları kalmayacak. (Daha sonra bu Deccâl) bir harabeliğe uğrayacak ve ona; ‘Defineleri/ hazineleri çıkart’ diyecek. Harabedeki defineler, tıpkı bal arısı topluluklarının kendi arı beylerinin peşine düşüp gitmeleri gibi onun ardına takılıp gidecekler. Sonra bu Deccâl, genç ve yakışıklı bir adamı çağıracak, kılıçla vurup onu ikiye bölecek, her bir parçasını bir ok atımı mesafeye fırlatıp atacak. Sonra (öldürdüğü) o genci geri çağıracak. O genç (onun yanına) gülerek, yüzü parlak ve sevinçli bir halde (yeniden dirilmiş olarak dönüp) gelecek. İşte tam bu esnada Allah Teâlâ, Mesîh b. Meryem’i (yeryüzüne) gönderecek. Mesîh, Dımeşk’in doğusundaki Ak Minare’ye iki renkli (boyalı) elbise içinde ve elleri de iki meleğin kanatları üzerinde inecek. Başını eğdiği zaman su damlayacak, kaldırdığı zaman başından inci gibi gümüş taneleri aşağı doğru yuvarlanacak. Onun nefesinin kokusunu duyan her kâfir mutlaka ölecek. Nefesi ise gözünün gördüğü yere varacak. Mesîh bu adamı (Deccâl’i) arayacak, nihayet onu Lüd Kapısı’nda (Beyt-i Makdis’e yakın bir beldedir) bulacak ve derhal (orada) öldürecek. Sonra İsâ b. Meryem’in yanına Allah’ın bu adamın şerrinden kendilerini koruduğu bir kavim gelecek. İsâ onların (korku, sıkıntı ve endişelerini gidermek için) yüzlerini silecek (onları sakinleştirecek) ve onlara cennetteki derecelerini söyleyecek. İsâ bu halde iken Allah Teâlâ İsâ’ya; ‘Ben (şimdi) öyle birtakım kullar çıkardım ki, onları öldürmeye kimsenin gücü yetmez. Şimdi sen kullarımı Tûr (Dağın)’a götür ve onları koru(mak için sağlam sığınak ve kaleler yap)!’ diye vahyedecek ve Allah Teâlâ, Ye’cûc ve Me’cûc’u gönderecek. Bunlar her tepeden hızlı bir şekilde sel gibi akıp gelecek. Bunların önden gelenleri Taberiye Gölü’ne uğrayacak ve içindeki suyu içecekler. Sonradan gelenleri de oraya uğrayacak ve ‘Bu gölde eskiden su vardı (şimdi hiçbir şey kalmamış)’ diyecekler. Nebî İsâ ve arkadaşları, bunlar tarafından muhasara edilecek. O gün (kuşatma ve ambargodan dolayı) bir öküzün başı bugün ki yüz altından daha kıymetli olacak. Bunun üzerine Nebî İsâ ve arkadaşları, Allah’a dua ve niyazda bulunacaklar. Allah da Ye’cûc ve Me’cûc’un boyunlarına musallat olacak deve kurdu (sürüleri) gönderecek. Ye’cûc ve Me’cûc, tıpkı bir kişinin ölümü gibi (toplu halde) helak olup gidecek. Sonra Nebî İsâ ve arkadaşları, bulundukları (Tûr Dağı’ndan) aşağı inecekler. Yeryüzünde onların leş ve pislikleriyle dolmadık bir karış yer bile kalmayacak. Nebî İsâ ve arkadaşları, Allah’a dua edip yalvaracaklar. Allah Teâlâ, tıpkı Horasan develerinin boyunları gibi (devasa) kuşlar gönderecek; bu kuşlar onların kokuşmuş cesetlerini kapıp Allah’ın dilediği yere atacaklar. Sonra Allah öyle (şiddetli) bir yağmur yağdıracak ki, o yağmura ne kerpiç ev ne de çadırlar dayanabilecek. Bu yağmur yeryüzünü öyle bir yıkayacak ki, onu cilalı ayna gibi (tertemiz, pırıl pırıl) yapacak. Sonra yeryüzüne; ‘Mahsulünü bitir! Bereketini tekrar getir!’ denilecek. İşte o gün (on ve kırk kişi arasındaki) insanlar bir tek nar yiyecek ve o devasa narın kabuğunun çanağı altında (yatıp) gölgelenecekler (dinlenecekler). Süte bereket verilecek. Öyle ki yeni doğurmuş bir devenin sütü “büyük bir grup insana” yetecek; yeni doğurmuş bir sığırın sütü “bir kabileye” kâfi gelecek; yeni doğurmuş bir koyunun sütü de “bir oymağı” doyuracak. İşte onlar bu halde iken Allah Teâlâ güzel bir rüzgâr gönderecek, bu rüzgâr onları koltuklarının altlarından yakalayacak, her mü’minin ve her müslümanın ruhunu kabzedecek. Yeryüzünde sadece insanların kötüleri kalacak ve bunlar da meydanda eşekler gibi alenen çiftleşecekler. İşte kıyamet bunların üzerine kopacak!” (Müslim, Fiten, 20; İbn Mâce, “Fiten”, 33)

Bütün bu rivayetlerin üzerinden alınması gereken beş önemli mesaj:

1. Peygamberimiz (sas) kıyamete dair mesajlarının bazılarını, mecaz ve teşbih/benzetme üzerinden vermiştir.

2. Peygamberimiz (sas) kıyamete yakın yeryüzünü ifsat edecek zümreleri Kur’ân’da geçtiği üzere Ye’cûc ve Me’cûc diye nitelendirmiştir.

3. Peygamberimiz (sas) kıyamete yakın ortaya çıkacak olan bu ifsat topluluklarının zamanı gelinceye kadar mecazen bir seddin/engelin arkasında tutulduklarını söylemiştir. 

4. Peygamberimiz (sas) vakti gelince engellerin kalkacağını ve bu ifsat topluluklarının neler yapacaklarını çok dehşet ifadelerle bize anlatmıştır. 

“Uzak gördüğünüz o son gün aslında size çok yakındır; o gün geldiğinde Zülkarneyn gibi sedler yapmış olsanız bile olacakların önü asla alınamayacaktır.”

5. Peygamberimiz (sas) işin neticesinde bu ifsat topluluklarından nasıl insanlığın kurtulacağının haber ve müjdesini de bizlere bildirmiştir.

(266)