Sönmeyen ve Söndürülemeyen Nur | Hicri 1447 Aydınlanma Yılı Açılış Programı
Siyer Vakfımız Müslümanlar olarak kendi gündemlerimizi oluşturma ve kararan dünyamızı Sirâcen-Münîr olan Efendimiz’in (sas) nuruyla aydınlatma adına Hicri 1447 yılını Sirâcen-Münîr Aydınlanma Yılı ilan etti.
Vakfımızın Konferans salonunda yoğun bir katılımla gerçekleştirilen Hicrî 1447 Aydınlanma Yılı Açılış programımız aynı zamanda canlı yayınla Siyer Tv Youtube kanalımız üzerinden de seyircisiyle buluştu.
Nuri Sardoğu’nun sunduğu açılış programımız Hafız Hasan Karadaş’ın Ahzâb 45-48. ve Tahrim 8-9. ayetlerini kıraatiyle başladı.
Kur’an-ı Kerim tilavetinin ardından selamlama konuşmalarını yapmak üzere Siyer Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Ali Dalgıç sahneye davet edildi.
Konuşmasına Gazze’li şehitlerimizi selamlayarak başlayan Ali Dalgıç, Gazze’deki bir avuç Müslümanın imanın ve hayatta kalmanın mücadelesini dik duruşlarıyla tüm dünya halkına gösterdiğine değinerek, yeni dönemin hayırlara vesile olması adına temennilerini dile getirdi.
Sene boyunca “Sönmeyen ve Söndürülemeyen Nûr” serlevhası altında yapılması planlanan çalışmalarımızın tanıtılmasının ardından söz Muhammed Emin Yıldırım Hocamıza tevdi edildi.
Üç sevinci bir arada yaşadığını belirterek sözlerine başlayan Hocamız, bu sevinçlerini bizlerle paylaştı.
“En önemli sevincimiz Gazze’deki barış ki; bizler de onların sevindiğine seviniyor, üzüldüklerine üzülüyoruz.
İkinci sevincimiz Sumud Filosu sebebiyle tutulan son 5-10 kardeşimizin de bırakılmasıyla birlikte, kardeşlerimizin tamamı özgürlüğüne kavuşmuş oldu. Onların evlerine döndüğünü duymak bizi sevindiriyor.
Üçüncü sevincimiz de uzun bir aranın ardından sizlere, sohbet meclislerimize yeniden kavuştuk, elhamdülillah.”
Efendimiz’in (sas) bizleri uyardığı ahir zaman fitnelerinden ikisini nazarlarımıza veren Hocamız, ahir zamanda doğruların yalanlanıp yalancıların doğrulanacağını ve Allah’ın kıymet verdiği değerlerin yerle bir olacağını belirterek şunları aktardı: “İşte biz tam da böyle bir hayatı yaşıyoruz. Hayatlarımız bu nedenle kararmış durumda. Kararan hayatlarımızı aydınlatmak için de aydınlığın rehberi ve ‘Sirâcen-Münîr’ olan Efendimiz’in (sas) bize gösterdiği şekilde hayatlarımızı imar etmeye çalışacağız.”
Ahzâb 45-46. Ayetlerinde Rabbimizin, Efendimiz’in (sas) şahit, mübeşşir (müjdeleyici), nezir (uyarıcı), Allah’ın izniyle Allah’a davet eden bir davetçi ve sîracen-münir olmak üzere beş temel özelliğini nazarlara verdiğini belirten Hocamız, özellikle Sîracen-Münir ifadesine dikkatlerimizi çekti:
“Sirâc kandil, Münîr de aydınlatması demek. Sîracen-Münir ifadesini aydınlatan kandil diye çeviriyoruz. Kur’an-ı Kerim’deki ayetlere baktığımız zaman sirâc hem güneş hem ay için kullanılıyor.
Efendimizle (sas) aramızda kurmamız gereken bağda Rabbimizin çizdiği sınırlara uymak zorundayız. Eğer Rabbimizin çizdiği sınırı aşar, Hristiyanların peygamberlerine yaptığı gibi Efendimiz’i (sas) haddinden fazla yüceltirsek yanarız. Eğer Efendimizle (sas) kurmamız gereken bağı kurmaz ve O’ndan uzaklaşırsak, karanlıklar içinde kalır, donarız.”
Bu seneki serlevhamızın “Sönmeyen ve Söndürülemeyen Nûr” olarak belirlendiğine de değinen Muhammed Emin Yıldırım Hocamız, İslam’ın bir dönem parlayıp sonra ışığı azalan bir mesaj olmaması nedeniyle sönmeyen nûr, her dönemde algılarla, iftiralarla mücadele edilmesine rağmen rağbetini yitirmediği için söndürülemeyen nûr ifadelerinin vurgulandığını belirtti.
İslam’ın sönmeyen ve söndürülemeyen bir nûr olduğunu anlasaydık, etkilenen değil etkileyen Müslüman olacağımızı söyleyen Hocamız, Ahzab 45-46. ayetlerinde Efendimiz (sas) için belirtilen özellikleri bizlerin de taşıması gerektiğini, Müslümanın gittiği yerlere karanlık, tefrika, fitne taşımayacağını, bizimle yolları kesinleşenlerin hayatlarını aydınlatabiliyor muyuz muhasebesini hepimizin yapması gerektiğini ifade etti.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحًاۜ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللّٰهُ النَّبِيَّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ نُورُهُمْ يَسْعٰى بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَاۚ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
“Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabb’iniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamber’i ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah; sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların önlerinden ve sağlarından (amellerinin) nûrları aydınlatıp gider de ‘Ey Rabb’imiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla çünkü Sen her şeye kadîrsin!’ derler.” [Tahrîm 66/8]
Tahrim Suresi 8. ayetindeki duayı nazarlarımıza veren Muhammed Emin Yıldırım Hocamız konuşmasını, Efendimiz’in (sas) de ettiği bir duayı da bizlerle paylaşarak, Hicrî 1447 Sirâcen-Münîr Aydınlanma Yılı boyunca yapılacak çalışmaların Efendimiz’in (sas) nuruyla aydınlanmamıza vesile olması ve hayır temennileriyle nihayete erdirdi.
“Ey Rabb’im! Benim kalbime nûr, dilime nûr, kulağıma nûr, gözüme nûr, üstüme nûr, altıma nûr, sağıma nûr, soluma nûr, önüme nûr, arkama nûr, nefsime nûr ver! Allah’ım! Bana büyük bir nûr ihsan eyle!” [Müslim, “Müsâfirin”, 26; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/270].
“Allah çekerse eğer o nuru bizden göz de işe yaramaz, kulak da işe yaramaz, el de, beden de işe yaramaz. Allah Resulü (sas) o yüzden bu duayı ısrarla yapıyor. Gelin bizler de bir muhasebe edelim. Acaba bizde bu nurlar çekilmiş mi, çekilmemiş mi? Kaybettiğimiz şeyler var mı?
Rabbimiz bu Aydınlanma Yılı vesilesiyle hepimizin kaybolan nurlarını yeniden kazandırsın ve bu nurları yeniden kazanmanın gayret ve mücadelesini verelim. Aydınlatalım şu memleketi, okullarımızı, ticaretlerimizi, siyasetlerimizi aydınlatalım. Allah’ın istediği gibi o nurun muhatapları olalım ki hem yaşarken bu dinden lezzet alalım hem de mahrum olanlara bunu duyurmuş olalım.”
(46)