Sahâbenin Salgın Hastalıklara Karşı Tavrı

Siret-i Enbiya derslerimizde Muhammed Emin Yıldırım hocamız, hepimizi derinden sarsan koronavirüs gündeminden dolayı özel derler yapmaya devam ediyor. Bu haftaki dersimizin başlığı; “Sahâbe’nin Salgın Hastalıklara Karşı Tavrı” idi. Hocamız, bu başlık altında her alanda olduğu gibi salgın zamanlarında da Sahâbe’nin nasıl örnek ve model olabileceğini tarihten örnekler vererek anlattı. Hocamızın bu ders vesilesi ile verdiği mesajlar gerçekten çok önemli idi. İnşallah hepimiz hissemize düşenleri alırız…

Dersten Cümleler 

Yeniden bizleri ilim meclisimize kavuşturan Rabbimize hamd olsun.

Farkında mısınız ne kadar büyük bir anlam ve değer kazandı; “Allah’a emanet ol” sözü ile “hakkını helal et” sözü…

Şu an dünyayı ciddi bir şekilde sarsan koronavirüs, ne kadar yeni şeyi hayatımıza soktu, ne kadar hayatımızda var olan şeyi ise hayatımızdan çıkardı. Sadece 5 şeyi hatırlatalım:

– Yapmam, yapamam dediğimiz nice şeyleri yapmaya başladık.
– Terk etmem, edemem dediğimiz nice şeyleri terk ettik.
– Sıradanlaştırdığımız bundan dolayı kıymetini bilemediğimiz nice şeyleri bir bir hatırladık.
– Elimizin altındayken tam anlamı ile değerlendiremediğimiz nice şeyleri büyük bir hasret ile bekler olduk.
– Ölümü, hayatı, sağlığı, hastalığı, virüsü ve daha nice şeyleri bir ayet olarak okunması gerektiğine dair bir bilinci arar olduk.

Sahâbe ile bizim kurmamız gereken bağ sadece kalbi ve hissi bir bağ değildir; İslâmî, İmanî, İnsanî, İrfanî ve İhsanî bir bağdır. 

– İslâmî bir bağdır; İslâm’ın en kâmil bir şekilde yaşanabilirliğini onlardan öğreniriz.
– İmanî bir bağdır; İman’ın en sahih bir şekilde kavranabilirliğini onlardan öğreniriz.
– İnsanî bir bağdır; insanın en doğru bir şekilde anlaşılabilirliğini onlardan öğreniriz.
– İrfanî bir bağdır; irfanın yani zihin olgunluğunun en güzel bir şekilde içselleştirilebilirliğini onlardan öğreniriz. 
– İhsanî bir bağdır; ihsanın yani onlara en güzel bir şekilde ittiba edebilirliğini yine onlardan öğreniriz.

Bu salgın endişesi;

Korkularımızı arttırdı. 
Morallerimizi bozdu.
Çalışma azimlerimizi azalttı. 
Hedef ve planlarımızı alt-üst etti.
Umutlarımızı bitirdi.

Eğer biz Sahâbe’yi doğru anlarsak; 

Korkularımızı güvene
Moralsizliğimizi kuvvete
Azimsizliğimizi gayrete
Hedefsizliğimizi düzene
Umutsuzluğumuzu gayeye çevirebiliriz.

Sahâbenin Kulluk Kodları: 

Tevhid 
Teslimiyet 
Tevekkül 
Tazim 
Takva 
Tevbe

Tevhid olduğu için sükûnet oldu.
Teslimiyet olduğu için selamet oldu.
Tevekkül olduğu için tedbir oldu.
Tazim olduğu için acziyet oldu.
Takva olduğu için çıkış yolu oldu.
Tevbe olduğu için umut oldu.

Bugün biz insanımızı tevekkül konusunda şöyle bir tasnif etsek, üç anlayış çıkar önümüze: 

1. Yapması gerekenleri yapmadan işlerini Allah’a havale edenler
2. Yapması gerekenleri yapmasına rağmen işlerini Allah’a havale etmeyenler
3. 
Yapması gerekenleri yaptıktan sonra işleri Allah’a havale edenler

Tevekkül ne değildir?

Tevekkül, tedbirsizlik değildir.
Tevekkül, tembellik değildir.
Tevekkül, sorumsuzluk değildir.
Tevekkül, tereddütlere kapı açmak değildir.
Tevekkül, sebeplere saplanmak demek değildir. 
Tevekkül, külfetsizlik değildir. 
Tevekkül, sadece darlıkta ve yoklukta Allah’ı hatırlamak değildir.
Tevekkül, pazarlık değildir.
Tevekkül, bahanelere sarılmak değildir.
Tevekkül, vazgeçmek demek değildir.

Tazim, “saygı gösterme, büyültme, yükseltme ve yüceltme” demektir.

Allah’a Tazim
Peygamberlere Tazim
Kur’ân’a Tazim
İslam’a Tazim
Şeâire Tazim 

Takva olduğu için çıkış yolu oldu.

“Her kim Allah’a karşı takvalı davranırsa, Allah ona bir çıkış yolu gösterir.”  (Talak, 2)

Tevbe olduğu için umut oldu. 

Umutsuzluk şeytanî bir hastalıktır. Ye’s yani ümitsizlik kâfir sıfatıdır. 

İki temel İslâm Tarihi kaynağı: İbn Kesir’in el-Bidaye ve’n-Nihaye’si ve İbnü’l-Esir’in, el-Kâmil fi’t-tarihi…

İslâm Tarihi, bir İnsanlık Tarihi’dir. İnsanlık tarihin en büyük iki imtihanı olmuş: Zulümler ve Salgınlar… Zulümleri zalimler yapmış, Salgınları o günkü adları ile taun, veba, kolera, çiçek hastalığı, bugünkü adı ile virüsler yapmış… 

Abbasi emirlerinden biri halka: “Allah’a (cc) hamdedin ki biz hükümranlığa geldiğimizden bu yana Allah (cc) üzerinizden vebâ belasını kaldırdı!” diye seslenmiştir. Bunun üzerine cemaatten cüretli biri: “Allah sizinle vebâyı aynı anda başımıza getirmeyecek kadar adildir!” demiştir.

Mao tarihin görüp göreceği en büyük zalimlerden biri idi. Tam 10 milyon insanı katletti. İktidarını koruma adına… 30 ile 45 milyon kişi kıtlıktan öldü. 20 milyonda fazla insanı zindanlara tıktı.

“Kabileleri dolaşıyor, ölüleri defnediyorduk. Ölü sayısı çoğalınca, artık kendimizde onları defnedecek gücü bulamadık. Eve giriyor, ev halkının ölmüş olduğunu görünce, kapılarını üzerlerine kapatıyor, onları o halde bırakıyorduk. Bir eve girdik, içeriyi aradık, içeride hayatta kalmış bir kimse göremedik, kapıyı üzerlerine kapadık. Veba salgını bittikten sonra tekrar mahalleleri dolaşmaya başladık. Kapadığımız kapıları açıyor, evleri tekrar kontrol ediyorduk. Bir eve girdiğimizde evin ortasında vücuduna daha yeni krem sürülmüş bir çocuk gördük. Sanki o anda annesinin kucağından alınmıştı. Biz orada durup çocuğa bakarken ve durumunu hayretle seyrederken duvarın yarığından bir köpek çıkarak geldi. Çocuğa doğru yaklaştı. Çocuk da sürünerek ona gitti ve köpeğin memesini tutup emmeye başladı. Bilahare ben o çocuğun büyüdüğünü ve Basra mescidinde sakalından tutulduğunu gördüm.” (İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihaye, VIII, 422)

“Peşpeşe kıtlık ve ölümler meydana geldi… Azık kıtlığından dolayı insanlar, leşleri ve kokuşmuş şeyleri yemek mecburiyetinde kaldılar. Bir kadının yanında küflenip yeşermiş bir köpek bacağı görüldü. Bunu yemek mecburiyetinde kalmıştı… İnsanların gece gündüz meşguliyetleri sadece ölü eti yıkayıp teçhiz etmek ve mezara gömmekti. Bir çukur kazılıyor, oraya yirmi-otuz ceset defnediliyordu… Sultan Debis b. Ali barış yaptıktan sonra memleketine döndüğünde ahalisinin vebadan ötürü öldüğü ve orada çok az sayıda insan kaldığı için memleketinin harap olduğunu gördü. Adamlarından birini elçi olarak bir yere gönderdi.” (İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihaye, XII, 173)

“Musul’da büyük bir sel felaketi meydana gelmiş, yüz bin kişi hayatını kaybetmişti. Yağan yağmurlar o kadar fazlaydı ki daha önce bir benzeri işitilmemişti. Çapı bir zira derinliği bir zira olan kovalar yağmura tutulduğunda bir saat içinde üç sefer doldurulup boşaltıldığı kaydedilir. Dicle nehri bir hayli taşmış, çarşı ve pazarları kaplayan bu sel felaketi sırasında Musul emirinin 30 bin kişiyi kefenleyip defnettiği, suların sürükleyip götürdüğü bir sürü insandan başka daha birçok kimsenin de öldüğünü görgü tanıkları aktarır.’’ (İbnü’l-Esir, el-Kâmil, VII, 37)

İslâm tarihinde birçok tâun olayı kaydedilmiştir. Hz. Peygamber (sas) zamanında görülen ilk tâun Hicri 6 yılında (627) Medâin’de meydana gelen Şîrûye tâunudur. 

Amvâs Taunu’nda başta Suriye orduları başkumandanı Ebû Ubeyde b. Cerrah baştaolmak üzere Muâz b. Cebel, Şürahbîl b. Hasene, Süheyl b. Amr, Fadl b. Abbas ve Yezîd b. Ebû Süfyân gibi birçok sahâbî dâhil 25.000’e yakın insan vefat etmiştir. 

Hicri 69 (688) yılında Basra’da meydana gelen tâun salgını, “sel sularının önüne gelen her şeyi alıp götürmesi gibi” insanları âniden öldürmesinden dolayı Cârif tâunu diye anılmıştır. 

Feteyât adı verilen tâun 87’de (706) Basra, Vâsıt ve Şam bölgesini etkisi altına almıştır. Bu salgında daha çok genç kadınlar vefat ettiğinden dolayı bu salgına Feteyat ismi verilmiştir

Hicri 131 (749) yılında yine Basra ve çevresinde çıkan tâun üç ay kadar sürmüş ve her gün 1000 kadar insan ölmüştür. (Nevevî, I, 105-107)

Başta el-Millevi’nin, et-Tilmisânî, İmam Suyuti’nin olmak üzere 30’u aşkın âlimin veba ile alakalı kitabı var. 

İbn Hacer el-Askalani’nin Bezlu’l-mâ’ûn fi fadli’t-tâ’ûn adlı bir eseri vardır. 

Hicretin 18. yılında ortaya çıkan Amvâs vebası Hz.Ömer’in hilafetindeydi. Bu sene aynı zamanda “Felaket yılının” (Hicretin 18. yılı, helak anlamına gelen “Remâde” yılı olarak adlandırılmış ve bu isimle meşhur olmuştur.) başlangıcıydı ki, o zaman dokuz ay boyunca insanlar kuraklık, kıtlık ve açlık musibetlerine maruz kalmışlardı.

Ebû Ubeyde b. Cerrah Hz. Ömer’in geri dönme kararını biraz içerlemişti. Hz. Ömer’e dedi ki; “Ey Mü’minlerin Emiri! Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” Bunun üzerine halife Ömer, hepimize temel bir ölçü olacak sözünü söyler: “Ey Ebû Ubeyde! Ben Allah’ın kaderinden, yine Allah’ın bir başka kaderine kaçıyorum.”

“Ey Kardeşim! Eğer Allah Resûlü’nün (sas) şu sözü olmasaydı,  işin sonunda ölüm dahi olsa ben senin yanına gelirdim.”

“Bir yerde veba salgınını duyarsanız, sakın oraya gitmeyiniz. Bulunduğunuz yerde salgın yayılmışsa, sakın oradan da dışarıya çıkmayınız.” (Buhârî, Tıb, 30; Müslim, Selâm, 98)

“Ey Ebû Ubeyde! Sana çok acil ve zaruri bir iş için ihtiyacım var. Eğer mektubum sana gece ulaşırsa sabahı bekleme, gündüz ulaşırsa geceyi bekleme hemen yola çık ve bana doğru yol al.”

“Ey Mü’minlerin Emiri! Ben senin bana olan ihtiyacını çok iyi biliyorum. Sen bana isabet edecek bir şeyden beni kurtarmak istiyorsun. Ama ben askerlerimi burada bırakıp gelmeyi düşünmüyorum. Bu sefer senin emrini dinlemediğim için özür diliyorum. Ne olur hakkını helal et ve benim burada kalmam için izin ver.”

Mektup, Halife Ömer’e ulaştı. Halife mektubu okuyunca hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Sahâbe merak etti: “Ey Mü’minlerin Emiri! Ebû Ubeyde yoksa vefat mı etti.” Hz. Ömer dedi ki: “Hayır vefat etmedi, ama ölüm ona o kadar yakın ki; o şimdi vefat yolundadır.”

“Sizlere son vasiyetim şudur: Ne olur namazlarınızı hakkı ile eda edin, oruçlarınızı tutun, zekâtlarınızı verin, hac ve umre yapın, birbirinize hakkı tavsiye edin, idarecilerinize hayırlı nasihatlerde bulunun, onlara dalkavukluk yaparak onları aldatmayın. Dünya işlerinizin üzerine gereğinden fazla düşmeyin. Bir kişi bin yıl ömür sürse bile, işin neticesinde ölüm ona kavuşacaktır. Çünkü Allah (cc) Âdemoğulları’na ölümü bir hak olarak yazdı. Bu sebeple insanların tümü ölümlüdürler. Bundan dolayı akıllı insan Rabbine karşı itaatkâr olur. Kıyamet günü amel defterleri açıldığında salihatı çok olur. Allah’ın selamı ve bereketi üzerinize olsun.”

Ebû Ubeyde b. Cerrah’ıncenaze namazını Muâz b. Cebel zorlukla ve gözyaşları içerisinde kıldırdı. Namazdan sonra cemaate diyordu ki: “Ey İnsanlar! Allah’a samimi bir halde ve ihlas üzere tevbe ediniz ki, Allah da tevbelerinizi kabul etsin ve günahlarınızı bağışlasın. Vallahi! Bugün siz öyle birini kaybettiniz ki, onun ikinci bir emsali yoktur. Ben ondan daha dindar, daha temiz ve daha merhametli birini görmedim. O, şüpheli şeylerden uzak duran, halka muhabbeti ve hayırları fazla olan biriydi …”

Ey İnsanlar! Dört şey vardır ki onlardan bir şeyin yetişip kişiyi ansızın yakalamamasına kimin gücü yetiyorsa o şey yetişip o kişiyi yakalayamaz.” dedi. İnsanlar: “Onlar nedir?” diye sordu. Muâz b. Cebel dedi ki:

“Birincisi, öyle bir zaman gelecek ki o zamanda bâtıl hâkim olacak. 

İkincisi, o zamanda bir kişi sabahleyin bir din üzere olacak, akşama başka bir din üzere olacak. Adam: “Allah’a yemin olsun ki ben ne üzere olduğumu bilmiyorum.” diyecek. 

Üçüncüsü, basiret üzere yaşamayacak ve basiret üzere ölmeyecek. 

Dördüncüsü, bir kişiye, -Allah’ın kızdığı yalanı söylemesi için- Allah’ın malından verilecektir.”

“Allah’ım! Bir ömür senden korkarak yaşadım, haşyet üzere olmaya çalıştım. Ama şimdi senden ümitliyim. Sen de bilirsin ki ben, dünyanın ne akan nehirlerine ne salınan ağaçlarına takıldım. Sadece istediğim senin affına ve mağfiretine nail olmaktır. Beni affın ile ve mağfiretin ile karşıla!”

“Ya Rabbi! İster boğazımı sık, ister nefesimi bitir, ister canımı al. İzzetinin hakkı için ben seni seviyorum.”

“Allah’ım! Ey insanların Rabbi! Hastalık ve sıkıntıların gidericisi! Bizlere şifa ver! Sen şifa verensin ve Senden başka şifa veren yoktur. Bizlere öyle bir şifa ver ki geride hiçbir hastalık bırakmasın!” (Buhârî, Tıbb, 38; Tirmizî, Cenaiz, 4)

(1596)