Hz. Hasan b. Ali (r.a.) ve Hz. Hüseyin b. Ali (r.a.)

Cennet Gençlerinin Efendisi Hasan b. Ali b. Ebu Talib (Radıyallahu anh)

Hasan b. Ali b. Ebu Tâlib el-Kureşî el-Hâşimî
Babası Ali b. Ebu Talib b. Abdulmuttalib
Annesi Fatıma bint Resûlillah
Künyesi Ebu Muhammed’dir.
Lakabı torun manasına gelen Sıbt’dır.
Hicretin 3. yılı Ramazan ayında Medine’de doğdu.
Kardeşleri: Hüseyin, Muhassin, Zeynep ve Ümmü Gülsüm’dür.

Adını Hz. Peygamber Koydu

Babası ona Harb adını koymayı düşünmüşse de Hz. Peygamber, Câhiliye döneminde bilinmeyen Hasan adını ve Ebu Muhammed künyesini vermiş ve kulağına bizzat ezan okumuştur. Doğumunun yedinci gününde de akîka kurbanı kestiği ve Hz. Fâtıma’dan saçının ağırlığınca fakirlere gümüş dağıtmasını istediği bilinmektedir.

Resûlullah’a Çok Benzerdi

Kaynaklarda, Resûlullah’a çok benzediği için Hz. Ebû Bekir’in onu, “Ey nebîye benzeyen, Ali’ye benzemeyen” diye sevdiği ve Hz. Ali’nin de buna tebessüm ettiği belirtilir.

Hasan, kardeşi Hüseyin gibi ilk halife döneminde cereyan eden önemli olaylarda fiilen yer almamıştır. Hz. Osman’ın hilâfeti sırasında kardeşiyle birlikte Saîd b. Âs’ın Horasan seferine katılmış daha sonra da babası tarafından yine kardeşiyle birlikte Hz. Osman’ı isyancılara karşı korumak ve evine su taşımakla görevlendirilmiştir.

Hz. Ali’nin Hilafet Yılları

Babası hilâfete geldikten sonra Hasan, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm’ın ona karşı çıkmaları üzerine, Kûfeliler’i babasının yanında yer almaya ikna etmek için Ammâr b. Yâsir ile birlikte Kûfe’ye gitti. Cemel Vak‘ası ve Sıffîn Savaşı’nda da babasının yanında bulundu. Hz. Ali’nin şehid edilmesinin ardından Ubeydullah b. Abbas b. Abdülmuttalib Kûfeliler’i halife olarak ona biata davet etti ve bir rivayete göre aynı gün, bir rivayete göre de iki gün sonra Kûfe’de kendisine biat edildi.

Hz. Hasan’ın Hilafeti

Hz. Ali ölümünden kısa bir süre önce Hasan’a biat konusunda sorulan bir soruya, “Bunu ne emreder ne de nehyederim” diye cevap vermiştir. Hz. Hasan, Kûfe Mescidi’nde halka hitaben yaptığı konuşmada Ehl-i beyt’in meziyetlerinden ve Hz. Peygamber’e olan yakınlığından söz etti. Ona ilk biat eden Kays b. Sa‘d b. Ubâde el-Ensârî oldu.
Hz. Ali’nin şehid edildiğini ve Hasan’ın halifeliğe getirildiğini haber alan Muâviye b. Ebu Süfyân, onun taraftarlarını ve Kûfeliler’i kendi safına çekmek için yoğun bir faaliyet başlattı. Abdullah b. Âmir kumandasında Suriye, Filistin ve el-Cezîre kuvvetlerinden oluşan bir ordu hazırlattı. Bu durumu Kûfe’de bulunduğu sırada öğrenen Hz. Hasan da Abdullah b. Âmir’le karşılaşmak üzere Medâin’e doğru yola çıktı. Muâviye Musul’a ulaşıp orada konaklayınca Hz. Hasan, Ubeydullah b. Abbas kumandasında 12.000 kişilik bir öncü birliğini ona karşı gönderdi ve Ubeydullah’a, Muâviye ile müzakerelerde bulunmak isteyen Kays b. Sa‘d ve Saîd b. Kays el-Hemdânî ile istişare etmesini söyledi.

Hz. Hasan konakladığı Medâin’in Sâbât mevkiinde ordusundaki savaşa karşı isteksizliği sezince bir konuşma yaparak aslında hiçbir müslümana karşı kötü hisler beslemediğini, adamlarının pek çoğunun savaştan hoşlanmadığını bildiğini, bunun için de onların arzu etmedikleri bir şeyle karşı karşıya kalmalarını istemediğini söyledi.

Hz. Hasan daha sonra Medâin’e gitmek üzere hareket etti. Ancak yolda kendisini öldürmeye teşebbüs eden Hâricî Cerrâh b. Sinân el-Esedî tarafından yaralandı ve şehre ulaşınca valinin evinde tedavi gördü. Bu sırada Muâviye, bir yandan Hz. Hasan’ın taraftarlarınca tartaklanıp yaralandığı haberini etrafa yayarken bir yandan da Enbâr’da onun öncü kumandanı Ubeydullah b. Abbas ile Kays b. Sa‘d’ı kuşattı. Muâviye’nin öncü kumandanı Abdullah b. Âmir de Medâin’e giderek şehrin dışına çıkan Hasan’ın ordusunun karşısında mevzilendi ve onlara Muâviye’nin de Enbâr’ı kuşattığını, aslında savaş niyeti taşımadıklarını ve Hz. Hasan’ın kendisi de dahil olmak üzere askerlerinden onlara sığınanların hayatlarının bağışlanacağını söyledi. Bu sözler karşısında çoğunluk savaştan kaçındığını belli etti; Hz. Hasan da Medâin’e dönerek hilâfeti Muâviye’ye teslim etmek için belirlediği şartları Abdullah b. Âmir’e bildirmek zorunda kaldı.

Hz. Hasan’ın ileri sürdüğü şartlar şunlardır:

1. İntikam için Iraklılar’dan hiç kimse tutuklanmayacak
2. Milliyetine bakılmaksızın herkes emniyet içinde olacak
3. İşlenmiş suçların tamamı affedilecek
4. Ahvaz’ın haracı yıllık olarak kendisine ödenecek
5. Kardeşi Hüseyin’e 2 milyon dirhem verilecek
6. Hâşimoğulları’na da Ümeyyeoğullarına gösterilen yakınlık gösterilecek.

Bu şartlar Muâviye tarafından kabul edildi. Bu arada Hz. Hüseyin ve Hucr b. Adî gibi bazı kimseler, Hz. Hasan’ın Muâviye ile anlaşmasına, arkasındaki müslümanları küçük düşürdüğü gerekçesiyle karşı çıktılarsa da Hasan kararından dönmeyerek adamları ile birlikte Medâin’den Kûfe’ye gitti ve oraya gelen Muâviye’ye vardıkları anlaşmayı şahsen de teyit ettirdi. İslâm tarihinde 41 yılına bu uzlaşmadan dolayı “âmü’l-cemâa” (birlik yılı) denilmiştir. Böylece Hz. Hasan, kardeşi Hüseyin’in şiddetle karşı çıkmasına rağmen Muâviye ile anlaşarak müslümanlar arasında kan dökülmesini önlemiş ve insanların kısa bir süre için de olsa barış ve huzur içinde yaşamalarına vesile olmuştur.

Medine’ye Dönüş

Hz. Hasan daha sonra ailesiyle birlikte Medine’ye gitti ve hayatının geri kalan kısmını orada siyasetten uzak bir şekilde geçirdi. Ancak sonunda, rivayete göre Yezîd b. Muâviye ile evlendirilmek vaadiyle kandırılan eşlerinden Ca‘de bint Eş‘as b. Kays tarafından zehirlendi ve hicri 49 tarihinde 44 yaşındayken Medine’de vefat etti. Ölmeden önce kardeşi Hüseyin’e Resûl-i Ekrem’in yanına, bu mümkün olmadığı takdirde Cennetü’l-Baki‘de annesinin yanına gömülmesini vasiyet etti. Mervân b. Hakem birinci teklife karşı çıktığı için Cennetü’l-Baki‘de annesinin yanına defnedilmiştir. Cenaze namazını Medine Valisi Saîd b. Âs kıldırdı.

Şahsiyeti

Hz. Hasan halim selim, cömert, sakin, vakarlı, siyaset ve fitneden kaçınan bir yaratılışa sahipti. Onun hilâfeti altı ay üç gün sürdürmüştü. İkinci rivayetin daha isabetli olması gerekir.

Evliliği ve Çocukları

“Mıtlak” (çok boşayan) lakabıyla da anılan Hz. Hasan’ın hayatında 100’e yakın evlilik yaptığı söylenir. Ancak onun hakkında müstakil bir araştırma yapan Bâkır Şerîf el-Kureşî, bu rivayetlere karşı çıkarak kendisinin sadece on üç evlilik yaptığını söylemektedir.

Çocuklarının sayısı da ihtilâflıdır; kız erkek on iki, on beş, on altı, on dokuz, yirmi ve yirmi iki çocuğu olduğu rivayet edilir. Kaynaklarda adları verilen çocukları şunlardır: Zeyd, Hasan, Kasım, Ebu Bekir, Abdullah, Amr, Abdurrahman, Hüseyin, Muhammed, Yakub, İsmâil ve Talha. Tarihçiler, soyunun Hasan el-Müsennâ ve Zeyd adlı çocuklarıyla devam ettiğinde birleşirler.

Hz. Hasan’ın soyundan gelenlere “şerif” unvanı verilmiştir. Tarihte bunlar tarafından kurulan İdrîsîler, Ressîler, Sa‘dîler ve halen devam eden Filâlîler ile (Fas) Hâşimîler (Ürdün) gibi birçok hânedan vardır.

Kaynaklar, Resûl-i Ekrem’in “cennetin efendileri” dediği ve haklarında, “Allahım, ben onları seviyorum, sen de sev!” diye dua ettiği iki torununu çok sevdiğini, isteklerini tereddütsüz yerine getirdiğini, onlarla oyun oynadığını, sırtına bindirip gezdirdiğini, hatta secdede iken sırtına bindiklerinde ininceye kadar kalkmadığını belirtir ve onlara olan düşkünlüğünü gösteren birçok rivayet naklederler.

Bunlardan biri de şudur: Bir gün Hz. Peygamber minberde iken Hasan ile Hüseyin’in düşe kalka mescide girdiklerini görmüştü. Konuşmasını yarıda keserek aşağı inip onları bağrına bastı, “Cenâb-ı Hak, ‘Mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer imtihan vesilesidir’ (Tegâbün 64/15) derken ne kadar doğru söylemiş, onları görünce dayanamadım” dedikten sonra konuşmasına devam etmiştir. (İbn Mâce, Libâs, 20; Tirmizî, Menâķıb, 30; Nesâî, Cuma, 30, ‘Îdeyn, 27; )

Herkes Onları Çok Sevdi

Hz. Hasan, Ehl-i beyt’e ve Âl-i abâ’ya dahil olmasının yanında kardeşi Hüseyin’le birlikte Hz. Peygamber’in neslini günümüze kadar devam ettiren iki kişiden biridir. Hasan ve Hüseyin’e duyulan sevgi ve şefkat Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra da devam etmiştir. Meselâ Hz. Ömer, hilâfeti sırasında divan teşkilâtını kurup herkesin tahsisatını belirlerken onlara Bedir Savaşı’na katılanlara verilen miktarda tahsisat ayırmıştır (Taberî, Târîħ, I, 2413). Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ile birlikte bütün İslâm dünyasında olduğu gibi Türkler arasında da Resûl-i Ekrem’in sevgili torunları sıfatıyla daima tebcil edilmiş, sevilmiş ve sayılmış, adları çocuklara verilen en yaygın isimler arasında yer almıştır.

Buhârî, “Fedâilü ashâbi’n-nebî”, 18, 22;
Müslim, “Fedâ’ilü’s-sahâbe”, 32, 56, 58-61, 67
Tirmizî “Menâkıbü’l-Hasan ve’l-Hüseyn” ve “Menâķıbü Ehli beyti’n-nebî”
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned’inde Hz. Hasan’dan mükerrerleriyle birlikte yetmiş dolayında rivayet nakletmiştir (meselâ bk. I, 203, 207; II, 227, 241; III, 62, 64)
Hz. Hasan doğrudan Resûl-i Ekrem’den, anne ve babasından on üç hadis rivayet etmiştir.

Resûlullah Hz. Hasan’ı Seviyor

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ: خَرَجْتُ مَعَ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي طَائِفَةٍ مِنَ النَّهَارِ، لَا يُكَلِّمُنِي وَلَا أُكَلِّمُهُ حَتَّى جَاءَ سُوقَ بَنِي قَيْنُقَاعَ، ثُمَّ انْصَرَفَ حَتَّى أَتَى خِبَاءَ فَاطِمَةَ فَقَالَ: « أَثَمَّ لُكَعُ؟ أَثَمَّ لُكَعُ؟ » يَعْنِي حَسَنًا، فَظَنَنَّا أَنَّهُ إِنَّمَا تَحْبِسُهُ أُمُّهُ لِأَنْ تُغَسِّلَهُ وَتُلْبِسَهُ سِخَابًا، فَلَمْ يَلْبَثْ أَنْ جَاءَ يَسْعَى، حَتَّى اعْتَنَقَ كُلُّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا صَاحِبَهُ، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: « اللهُمَّ إِنِّي أُحِبُّهُ، فَأَحِبَّهُ وَأَحْبِبْ مَنْ يُحِبُّهُ ».

Ebu Hüreyre’den rivayet edildiğne göre o şöyle dedi: Resûlüllah (s.a.) ile birlikte günün bir kısmında sokağa çıktım. O benimle konuşmuyor. Ben de onunla konuşmuyordum. Nihayet Benî Kaynuka Pa¬zarına geldi. Sonra ayrıldı gitti. Fatıma’nın evine gelerek: “Ufaklık burada mı? Ufaklık burada mı?” diye sordu. Hasan’ı kaste¬diyordu. Anladık ki, annesi onu tertemiz yıkayıp giydirmek ve boynuna güzel kokulu gerdanlık takmak için alıkoymuş. Çok geçmeden koşarak geldi ve birbirlerine sarıldılar. Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.): “Allahım! Ben bunu seviyorum. Onu sen de sev! Onu seveni de sev!” diye dua buyurdular. (Müslim, Fedailu’s-sahabe, 57)

Cennet Gençlerinin Efendileri

حَدَّثَنَا مَحْمُودُ بْنُ غَيْلاَنَ، قَالَ: حَدَّثَنَا أَبُو دَاوُدَ الحَفَرِيُّ، عَنْ سُفْيَانَ، عَنْ يَزِيدَ بْنِ أَبِي زِيَادٍ، عَنِ ابْنِ أَبِي نُعْمٍ، عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الخُدْرِيِّ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: الحَسَنُ وَالحُسَيْنُ سَيِّدَا شَبَابِ أَهْلِ الجَنَّةِ.

Ebu Saîd el-Hudrî’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridir. (Tirmizî, Menâkıb, 31)

Hasan-Hüseyin’e İsim Koyulması

1- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنِى أَبِى، حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ آدَمَ، حَدَّثَنَا إِسْرَائِيلُ، عَنْ أَبِى إِسْحَاقَ، عَنْ هَانِئِ بْنِ هَانِئٍ، عَنْ عَلِىٍّ قَالَ: لَمَّا وُلِدَ الْحَسَنُ سَمَّيْتُهُ حَرْباً، فَجَاءَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ: « أَرُونِى ابْنِى مَا سَمَّيْتُمُوهُ ؟ » قَالَ: قُلْتُ: حَرْباً. قَالَ: « بَلْ هُوَ حَسَنٌ »، فَلَمَّا وُلِدَ الْحُسَيْنُ سَمَّيْتُهُ حَرْباً، فَجَاءَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ: « أَرُونِى ابْنِى مَا سَمَّيْتُمُوهُ ؟». قَالَ: قُلْتُ: حَرْباً، قَالَ: « بَلْ هُوَ حُسَيْنٌ »، فَلَمَّا وُلِدَ الثَّالِثُ سَمَّيْتُهُ حَرْباً، فَجَاءَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ: « أَرُونِى ابْنِى مَا سَمَّيْتُمُوهُ ؟». قُلْتُ: حَرْباً، قَالَ: « بَلْ هُوَ مُحَسِّنٌ »، ثُمَّ قَالَ: « سَمَّيْتُهُمْ بِأَسْمَاءِ وَلَدِ هَارُونَ شَبَّرُ، وَشَبِيرُ، وَمُشَبِّرُ ».

Hz. Ali (r.a.) der ki: Hasan doğduğu zaman adını Harb (Savaş) koydum. Resûlullah (s.a.) gelip: “Bana evladımı gösterin!” buyurdu ve: “Adını ne koydunuz?” diye sordu. “Adını Harb koydum” dediğimde, Allah Resûlü (s.a.): “Hayır! Onun adı Hasan olsun!” buyurdu. Hüseyin doğduğu zaman da adını Harb koydum. Resûlullah (s.a.) gelip: “Bana evladımı gösterin!” buyurdu ve: “Adını ne koydunuz?” diye sordu. “Adını Harb koydum” dediğimde, Allah Resûlü (s.a.): “Hayır! Onun adı Hüseyin olsun!” buyurdu. Üçüncü oğlum doğduğu zaman da adını Harb koydum. Hz. Peygamber (s.a.) gelip: “Bana evladımı gösterin!” buyurdu ve: “Adını ne koydunuz?” diye sordu. “Adını Harb koydum” dediğimde, Hz. Peygamber (s.a.): “Hayır! Onun adı Muhassin olsun!” buyurdu ve şöyle devam etti: “Onların adlarını, Harun’un çocukları olan Şebber, Şebîr ve Müşebbir’in adları gibi koydum.” [Sahih] (Müsned, I, 98) (Tercüme, IX, 139)

Bu Oğlum Seyyittir

2- حَدَّثَنَا سُفْيَانُ، عَنْ أَبِي مُوسَى وَيُقَالُ لَهُ إِسْرَائِيلُ، قَالَ: سَمِعْتُ الْحَسَنَ، قَالَ: سَمِعْتُ أَبَا بَكْرَةَ، وَقَالَ سُفْيَانُ مَرَّةً عَنْ أَبِي بَكْرَةَ رَأَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى الْمِنْبَرِ وَحَسَنٌ عَلَيْهِ السَّلَام مَعَهُ، وَهُوَ يُقْبِلُ عَلَى النَّاسِ مَرَّةً وَعَلَيْهِ مَرَّةً وَيَقُولُ: « إِنَّ ابْنِي هَذَا سَيِّدٌ، وَلَعَلَّ اللَّهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى أَنْ يُصْلِحَ بِهِ بَيْنَ فِئَتَيْنِ مِنْ الْمُسْلِمِينَ«

Ebu Berke (r.a.) der ki: Resûlullah’ı (s.a.), Hasan ile birlikte minberde gördüm. Bir Hasan’a bir cemaate bakıyor ve şöyle diyordu: “Bu oğlum efendi biridir. Allah’ın, onun sayesinde Müslümanlardan iki büyük topluluğun arasını bulacağını umuyorum”. [Sahih] (Müsned, V, 37. Ayrıca bk. Buhârî, Sulh, 9; Fiten, 20; Ebu Davud, Sünne, 13; Tirmizî, Menâkıb, 31; Nesâî, Cumu‘a, 27) (Tercüme, XIX, 574)

Babasına Değil Dedesine Benziyor

3- حَدَّثَنَا أَبُو دَاوُدَ الطَّيَالِسِيُّ حَدَّثَنَا زَمْعَةُ عَنِ ابْنِ أَبِي مُلَيْكَةَ قَالَ: كَانَتْ فَاطِمَةُ تَنْقُزُ الْحَسَنَ بْنَ عَلِيٍّ وَتَقُولُ :
بِأَبِي شَبَهُ النَّبِيِّ . لَيْسَ شَبِيهًا بِعَلِيٍّ

İbn Ebi Müleyke der ki: Hz. Fatıma (r.anha) oğlu Hasan’ı zıplatarak oynatır ve: “Babası Ali’yi değil babam Resûlullah’a (s.a.) daha çok benziyor” derdi. [Sahih] (Müsned, VI, 283. Ayrıca bk. Taberânî, Mu‘cemu’l-kebîr, II, 21) (Tercüme, XVIII, 421)

Sadaka Hurmasından Yemesi

4- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنِى أَبِى، حَدَّثَنَا أَبُو أَحْمَدَ – هُوَ الزُّبَيْرِىُّ -، حَدَّثَنَا الْعَلاَءُ بْنُ صَالِحٍ، حَدَّثَنَا بُرَيْدُ بْنُ أَبِى مَرْيَمَ، عَنْ أَبِى الْحَوْرَاءِ قَالَ: كُنَّا عِنْدَ حَسَنِ بْنِ عَلِىٍّ فَسُئِلَ: مَا عَقَلْتَ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم، أَوْ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم؟ قَالَ: كُنْتُ أَمْشِى مَعَهُ فَمَرَّ عَلَى جَرِينٍ مِنْ تَمْرِ الصَّدَقَةِ، فَأَخَذْتُ تَمْرَةً فَأَلْقَيْتُهَا فِى فَمِى، فَأَخَذَهَا بِلُعَابِى فَقَالَ بَعْضُ الْقَوْمِ: وَمَا عَلَيْكَ لَوْ تَرَكْتَهَا؟ قَالَ: « إِنَّا آلَ مُحَمَّدٍ لاَ تَحِلُّ لَنَا الصَّدَقَةُ ». قَالَ: وَعَقَلْتُ مِنْهُ الصَّلَوَاتِ الْخَمْسَ

Ebu’l-Havrâ der ki: Hasan b. Ali’nin (r.a.) yanındayken kendisine: Resûlullah’la (s.a.) ilgili ne hatırlıyorsun? diye soruldu. Hasan b. Ali şöyle cevap verdi: Hz. Peygamber (s.a.) ile beraber yürürken, zekât hurmalarının olduğu harmana uğradı. Ben bir hurma alıp ağzıma atınca Resûlullah (s.a.) onu tükürüklü haliyle geri aldı. Oradakilerden biri: Onu bıraksaydın en olurdu! deyince, Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: “Biz Muhammed ailesine sadaka (yemek) helal değildir”. Ondan beş vakit namazı da öğrendim. [Sahih] (Müsned, I, 200) (Tercüme, VII, 105)

Kunut Duası

5- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنِى أَبِى، حَدَّثَنَا وَكِيعٌ، حَدَّثَنَا يُونُسُ بْنُ أَبِى إِسْحَاقَ، عَنْ بُرَيْدِ بْنِ أَبِى مَرْيَمَ السَّلُولِىِّ، عَنْ أَبِى الْحَوْرَاءِ، عَنِ الْحَسَنِ بْنِ عَلِىٍّ قَالَ: عَلَّمَنِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم كَلِمَاتٍ أَقُولُهُنَّ فِى قُنُوتِ الْوِتْرِ: « اللَّهُمَّ اهْدِنِى فِيمَنْ هَدَيْتَ، وَعافِنِى فِيمَنْ عَافَيْتَ، وَتَوَلَّنِى فِيمَنْ تَوَلَّيْتَ، وَبَارِكْ لِى فِيمَا أَعْطَيْتَ، وَقِنِى شَرَّ مَا قَضَيْتَ، فَإِنَّكَ تَقْضِى وَلاَ يُقْضَى عَلَيْكَ، إِنَّهُ لاَ يَذِلُّ مَنْ وَالَيْتَ، تَبَارَكْتَ رَبَّنَا وتَعَالَيْتَ ».

Hz. Hasan b. Ali der ki: Resûlullah (s.a.) vitirde okuyacağım duayı bana öğretti: “Allahım! Hidayet verdiklerin arasında bana da hidayet ver. Afiyet verdiklerin arasında bana da afiyet ver. Beni, işlerini üzerine aldıkların arasına koy. Verdiğini benim için bereketli kıl. Takdir ettiğin şeylerin şerrinden beni koru. Şüphesiz ki, ancak sen hükmedersin, sana hükmedilmez. Kimi dost edinirsen zelil olmaz. Rabbimiz, mübarek ve yücesin”. [Sahih] (Müsned, I, 199. Ayrıca bk. Dârimî, 1591; İbn Huzeyme, Sahih, 2347, 2348) (Tercüme, V, 206)

Hz. Hasan’ın Yaptığı Konuşma

6- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنِى أَبِى، حَدَّثَنَا وَكِيعٌ، عَنْ إِسْرَائِيلَ، عَنْ أَبِى إِسْحَاقَ، عَنْ عَمْرِو بْنِ حُبْشِىٍّ قَالَ: خَطَبَنَا الْحَسَنُ بْنُ عَلِىٍّ بَعْدَ قَتْلِ عَلِىٍّ فَقَالَ: لَقَدْ فَارَقَكُمْ رَجُلٌ بِالأَمْسِ مَا سَبَقَهُ الأَوَّلُونَ بِعِلْمٍ وَلاَ أَدْرَكَهُ الآخِرُونَ، إِنْ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لَيَبْعَثُهُ وَيُعْطِيهِ الرَّايَةَ فَلاَ يَنْصَرِفُ حَتَّى يُفْتَحَ لَهُ، وَمَا تَرَكَ مِنْ صَفْرَاءَ وَلاَ بَيْضَاءَ إِلاَّ سَبْعَمِائَةِ دِرْهَمٍ مِنْ عَطَائِهِ كَانَ يَرْصُدُهَا لَخَادِمٍ لأَهْلِهِ.

Amr b. Hubşî der ki: Hz. Ali’nin (r.a.) öldürülmesinden sonra Hasan b. Ali bizlere bir konuşma yaptı. Konuşmasında şöyle dedi: “Dün aranızdan öyle bir adam ayrıldı ki, ilim olarak öncekilerden kimse onu geçememiş, sonrakilerden de kimse ona yetişememiştir. Resûlullah (s.a.) onu sancakla gönderdiği zaman gittiği yeri fethetmeden geri dönmezdi. Maaşından, ailesinin hizmetçisine vermek üzere ayırdığı yedi yüz dirhem haricinde geriye ne altın, ne de gümüş bırakmıştır.” [Hasen] (Müsned, I, 199. Ayrıca bk. İbn Ebi Şeybe, Musannef, XII, 75) (Tercüme, XIX, 573)

Şehitlerin Sertacı Hüseyin b. Ali b. Ebu Talib (Radıyallahu anh)

Hüseyin b. Ali b. Ebu Tâlib el-Kureşî el-Hâşimî
Babası Ali b. Ebu Tâlib b. Abdulmuttalib
Annesi Fatıma bint Resulillah
Künyesi Ebu Abdullah’tır. Lakabı Şehid’dir.
Hz. Peygamber’in torunu, Hz. Fatıma ile Hz. Ali’nin küçük oğlu, Kerbelâ şehidi.
Hicri 4 yılında Medine’de doğdu. Göğsünden aşağısının dedesine çok benzediği rivayet edilir.

İsim Verilmesi

Doğduğu zaman Hz. Peygamber, ağabeyi Hasan’a yaptığı gibi o güne kadar Araplar’ca pek bilinmeyen adını kulağına bizzat ezan okuyarak koydu ve doğumunun yedinci gününde akîka kurbanı kestirip Hz. Fatıma’dan saçının ağırlığınca fakirlere gümüş dağıtmasını istedi.

Hz. Osman Devri

Hz. Hüseyin de ağabeyi Hasan gibi ilk iki halife döneminde cereyan eden önemli olaylarda fiilen yer almadı. Hz. Osman zamanında Saîd b. Âs’ın Kûfe’den Horasan’a yaptığı sefere (30/651) ağabeyi ile birlikte katıldı. Daha sonra Hz. Osman’ın evini kuşatan isyancılara karşı babası Hz. Ali tarafından yine ağabeyi ile birlikte halifeyi korumak ve evine su taşımak üzere görevlendirildi.

Hz. Ali Sonrası

Babasının halifeliği sırasında Hz. Hüseyin Kûfe’ye giderek onun bütün seferlerine katıldı; şehâdetinden sonra da yine onun vasiyetine uyarak ağabeyine itaat etti. Bu arada Hz. Hasan Muâviye ile anlaşmaya karar verdiği zaman ona karşı çıkmak istediyse de itirazının reddedilmesi üzerine vazgeçti ve beraberinde Medine’ye gitti. Daha sonra Hz. Hüseyin bu anlaşma dolayısıyla Muâviye’nin tahsis ettiği yıllık 2 milyon dirhemi onun vefatına kadar aldı ve daima ağabeyinin yanında bulundu.

Hz. Hasan Sonrası

Hz. Hasan’ın vefatından sonra ise I. Yezîd’in hilâfet makamına gelişine kadar (60/680) kendini ibadete vererek zühd ve takvâya dayalı bir hayat sürdürdü.
Hz. Hasan’ın vefat haberi Kûfe’ye ulaşınca taraftarları Hz. Hüseyin’e, babasıyla ağabeyinin intikamını almak için emrini beklediklerini bildiren bir mektup göndermişlerdi. Hucr b. Adî’nin, Muâviye’nin emriyle başlatılan camilerde Hz. Ali’ye hakaret etme faaliyetine karşı çıktığı için öldürülmesi üzerine (51/671), Kûfe’nin ileri gelenlerinden bir kişi hem bu haberi iletmek hem de Hüseyin’i Kûfe’ye getirmek amacıyla Medine’ye gitmişti. Durumdan haberdar olan Muâviye Hz. Hüseyin’e fitne çıkarmak isteyen kimselere fırsat vermemesi konusunda tavsiyede bulunmuş, o da cevabî mektubunda, “Seninle savaşmak ve sana karşı çıkmak niyetinde değilim” demiştir. Bununla birlikte Hz. Hüseyin’in Muâviye’ye karşı takındığı olumlu tavrı 56 yılından sonra değiştirdiği muhakkaktır; çünkü bu yılda Muâviye’nin, oğlu Yezîd’e biat edilmesini istemesi pek çok müslüman gibi Hz. Hüseyin’i de rahatsız etmiştir.

Yezid’e Biat Alınıyor

Medine Valisi Mervân, Muâviye’nin yerine halef tayin ettiği oğlu Yezîd’e kendi adına biat almasını isteyen mektubunu Mescid-i Nebevî’de okuyunca halk feveran etti. Abdurrahman b. Ebû Bekir Mervân’a, daha başlangıçta gerek kendisinin gerek Muâviye’nin yalan söylediğini ve saltanatı babadan oğula intikal ettiren Bizans sistemini müslümanların başına getirmek istediklerini söyleyerek bu teklife karşı çıktı. Abdullah b. Ömer Yezîd’in fâsıklığını, Abdullah b. Zübeyr ise Allah’a karşı gelene itaatin câiz olmadığını öne sürerek açıkça itirazda bulundular ve biata yanaşmadılar. Hz. Hüseyin de onlarla aynı fikirdeydi. Mervân’ın bu durumu bildirmesi üzerine Muâviye hemen Medine’ye gitti ve muhalefet eden kişileri çeşitli tehditlerle biata zorladı fakat başaramadı.

Muaviye Sonrası

Muâviye’nin ölümü üzerine (60/680) hilâfet mevkiine gelen Yezîd, Medine Valisi Velîd b. Utbe b. Ebu Süfyân’dan her ne şekilde olursa olsun Hüseyin ve diğerlerinden biat almasını istedi. Velîd, henüz Muâviye’nin ölüm haberi duyulmadan Hz. Hüseyin ile Abdullah b. Zübeyr’i Mervân ile de istişare ederek yanına çağırttı. Fakat onlar Muâviye’nin öldüğünü ve haberin halk tarafından duyulmasından önce biatlarının alınmak istendiğini anladılar. İbnü’z-Zübeyr Mekke’ye kaçtı; Hz. Hüseyin ise Velîd ile görüşmeye gittiğinde, “Benim gibi bir adam gizlice biat edemez; zaten sen de halk katında açıkça yapmadığım bir biata razı olmazsın” diyerek ertesi gün halkın önünde biat edeceğini bildirdi. Mervân Velîd’e, yanından ayrılmadan önce Hüseyin’in biatını sağlamasını veya boynunu vurdurmasını tavsiye etti; ancak Velîd, “Sen benim için dinimi yıkacak bir şey tavsiye ediyorsun. Yemin ederim ki Hüseyin’i öldürmek suretiyle dünyanın her yanına, üzerine güneşin doğup battığı bütün mal ve mülküne sahip olacağımı bilsem yine de bunu istemem” diyerek tavsiyesini reddetti. Velîd’in yanından ayrılan Hz. Hüseyin 28 Receb 60 gecesi, kendisine şu anda böyle bir harekette bulunmasının yanlış olduğunu söyleyen baba bir kardeşi Muhammed b. Hanefiyye hariç bütün aile fertlerini yanına alıp Mekke’ye doğru yola çıktı.

Hz. Hüseyin’in Yezîd’e biat etmeyip Mekke’ye gittiğini haber alan Kûfeliler onu hilâfete getirmek için kendisine davet mektupları yazdılar ve bir heyetle gönderdiler. Bunun üzerine Hz. Hüseyin, durumu yerinde incelemesi için amcasının oğlu Müslim b. Akîl’i Kûfe’ye yolladı. Şehre ulaşan Müslim Hz. Hüseyin adına biat almaya başladı. İlk aşamada 12.000-30.000 kişinin biat ettiği ve hatta Müslim’in Kûfe Mescidi’nde açıkça bir konuşma dahi yaptığı rivayet edilmektedir. Yezîd, Müslim’in bu faaliyetini öğrenince Kûfe Valisi Nu‘mân b. Beşîr el-Ensârî’yi görevden alarak yerine Basra Valisi Ubeydullah b. Ziyâd’ı tayin etti ve ondan Müslim’i şehirden çıkarmasını veya öldürmesini istedi. Müslim yakalanarak öldürüldü. Bu yüzden Kûfeliler’den biat aldığını daha önce mektupla haber verdiği Hz. Hüseyin’e onların sözlerinden döndüğünü bildiremedi.

Kûfe’ye Hareket Ediyor

Hz. Hüseyin yeni gelişen olaylardan haberi olmadığı için Kûfe’ye hareket etmeye karar verdi. Her ne kadar Abdullah b. Abbas ona, Kûfeliler’in babasıyla ağabeyine yaptıklarını hatırlatıp onu vazgeçirmeye çalıştı, Abdullah b. Zübeyr ise Mekke’de kalmasını teklif etti ama Hüseyin, rüyasında Resûlullah’ı gördüğünü ve ister lehine ister aleyhine sonuçlansın başladığı işi tamamlamakla emrolunduğunu söyleyerek kararından dönmedi. Hz. Hüseyin, 8 Zilhicce 60 tarihinde umresini tamamladıktan sonra ailesi ve bazı taraftarlarıyla birlikte Kûfe’ye hareket etti.

Yolda şair Ferezdak ile karşılaşıp Kûfe’deki durumu sorunca, “Halkın kalbi seninle, kılıçları Benî Ümeyye iledir; ilâhî takdir ise gökten iner ve Allah dilediğini yapar” cevabını aldığı halde, “Doğru söyledin, Allah’ın dediği olur, Allah dilediğini işler ve rabbimiz her gün yeni bir iştedir. Takdir hoşumuza gidecek şekilde olursa nimetlerinden dolayı Allah’a şükrederiz; O şükredenlerin yardımcısıdır. Eğer takdir umulandan başka türlü çıkarsa niyeti hak ve takvâsı da teneşir tahtası olan kimse elbette taşkınlık göstermez” diyerek yolculuğunu sürdürdü. Bu arada taraftarlarına isteyenlerin ayrılabileceğini söyledi, onlar da ayrıldılar; yanında sadece aile fertleriyle birlikte yaklaşık yetmiş kişi kaldı. Böylece sayısı azalan kafile Ninovâ bölgesindeki Kerbelâ’ya vardı.

Su İle İrtibatı Kesiliyor

Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’ya ulaştığı valiye bildirildi; o da kafilenin sarp ve müstahkem yerlere sığınmasına engel olunmasını, susuz ve savunmasız bir yerde konaklamaya mecbur edilmesini istedi. Rey valiliğine getirilen Ömer b. Sa‘d b. Ebu Vakkâs’a da ordusuyla Hz. Hüseyin üzerine yürümesini ve bu meseleyi halletmesini emretti. Ömer b. Sa‘d önce bu işe yanaşmak istemediyse de yoğun ısrar ve görevden alınma tehdidi karşısında kafilenin üstüne yürüdü. Hz. Hüseyin Ömer’in gönderdiği elçiye kendisini Kûfeliler’in çağırdığını, 18.000 kişinin biat ettikten sonra biatlarını bozduğunu, dönüp gitmek istediğinde de Hür b. Yezîd’in engel olduğunu ve kendisini buraya kadar gelmek zorunda bıraktığını anlattı ve “İzin verin dönüp gideyim” dedi. Ömer b. Sa‘d, Hz. Hüseyin ile çarpışmak istemediği için bu cevaptan memnun kaldı ve durumu Ubeydullah b. Ziyâd’a bildirdi. Ubeydullah ise Yezîd’e biatı önermesini ve reddi halinde kafilenin su ile irtibatını kesmesini istedi. Bunun üzerine Ömer, Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye çağıranlar arasında bulunan Amr b. Haccâc’ı su yollarını kesmekle görevlendirdi; sonra da birkaç defa Hüseyin’le gizlice görüştü. Aralarında ne konuştukları tam olarak bilinmemekle beraber tahminlere göre Hz. Hüseyin şu teklifleri yapmıştır: Geldiği yere dönmek, bizzat Yezîd’e gidip biat etmek veya İslâm serhadlerinden birinde cihadla meşgul olmak. Ömer, kabul edilebileceği ve böylece kendisinin de bu sıkıntılı işten kurtulacağı ümidiyle teklifi Ubeydullah b. Ziyâd’a bildirdi. Ubeydullah önce bu teklifi uygun gördüyse de Sıffîn’de Hz. Ali’nin safında çarpışanlardan Şemir b. Zülcevşen ona önemli bir fırsatı kaçırmış olacağını hatırlatarak Fırat nehriyle irtibatı kesilmiş ümitsizlik içindeki Hüseyin’i isteğine boyun eğdirmesini veya cezalandırmasını söyledi, ayrıca onun Ömer ile geceleri gizlice görüştüğünü belirtti. Bunun üzerine Ubeydullah, Şemir ile Ömer’e bir mektup göndererek Hüseyin’in doğrudan kendisine teslim olmasını sağlamasını, bunu başaramazsa onunla savaşmasını, aksi takdirde kumandayı Şemir’e bırakmasını emretti. Ömer b. Sa‘d kumandayı, dolayısıyla kazandığı dünyalığı elden kaçırmamak için bu görevi yerine getireceğini söyledi. Hz. Hüseyin ve yanındakiler o geceyi dua, namaz ve istiğfarla geçirdiler.

Çarpışma Başlıyor

Ertesi gün Hz. Hüseyin gerekli savaş hazırlıklarını yaptıktan sonra atına bindi ve önünde bir mushaf olduğu halde Ömer’in ordusuna yaklaşarak kendisinin buraya geliş amacını anlamaları, hakkında insaflı hüküm vermeleri halinde saadete kavuşacaklarını ve üzerine yürümelerine gerek kalmayacağını, mazeretini dikkate almamaları durumunda ise istediklerini yapmalarını söyledi. Bazı kaynaklara göre Hz. Hüseyin bu konuşmasında anne babasının ve amcalarının İslâm’a hizmetlerini dile getirmiş, Resûl-i Ekrem’in kendisi hakkındaki övücü ifadelerinden söz etmiş ve kanını akıtmanın büyük vebal doğuracağını hatırlatmıştır. Hz. Hüseyin’in bu konuşması üzerine Hür b. Yezîd yaptıklarına pişman olarak onun safına geçti.

Ömer b. Sa‘d’ın sancağıyla gelip ilk oku atması üzerine başlayan savaş birbirine denk olmayan bu kuvvetler arasında tam bir dram şeklinde devam etti ve Hz. Hüseyin’in savaşa başlarken yirmi üç süvariyle kırk piyadeden oluşan askerleri kısa sürede azaldı. Savaşın sonlarında artık sıcak ve susuzluktan bitkin hale düşen bu az sayıdaki insanın başında piyade olarak cesaretle dövüşen Hz. Hüseyin’e Şemir b. Zülcevşen’in emriyle her taraftan hücum edildi. Sinân b. Enes en-Nehaî önce bir harbe saplayıp onu yere düşürdü, sonra da atından inerek saçlarını ve daha sonra başını kesti; oradakiler de cesedini soyup her şeyini, ardından da çadırları yağmaladılar. Hz. Hüseyin hicri 61 yılında 54 yaşındayken Kerbelâ’da şehit edildi. Bu arada Hz. Hüseyin’in hasta yatağındaki oğlu Ali Zeynelâbidîn öldürülmek istendiyse de Ömer b. Sa‘d buna engel oldu. Şehidlerin cesetleri ertesi gün Benî Esed mensuplarının ikamet ettiği Gâdiriye köylülerince toprağa verildi.

Ehl-i Beyt

Hz. Hüseyin’in kesik başı ve esirler Dımaşk’a gönderildiğinde Yezîd görünüşte üzülmüş ve Hüseyin’i öldürtmesi sebebiyle Ubeydullah b. Ziyâd’a lânet etmiştir. Ancak onun bu üzüntüsünde samimi olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü gerçekten üzülmüş olsaydı Ubeydullah, Şemir ve diğerlerini hiç değilse görevlerinden alması gerekirdi; ayrıca öldürme emrini verenin bizzat kendisi olduğu yolunda rivayetler de vardır. Bununla beraber Hz. Hüseyin’in katliamdan kurtulan oğlu, kızları, kız kardeşi ve Tâliboğulları’ndan diğer esirler Dımaşk’ta birkaç gün tutulduktan sonra Yezîd tarafından bir muhafız birliği refakatinde Medine’ye gönderilmiştir. Hz. Hüseyin’in başının nereye gömüldüğü konusu ihtilâflıdır. Medine’de Baki‘ Mezarlığı’na, Necef’te babasının yanına gömüldüğüne dair rivayetler bulunmakta ve bunlardan birincisi daha güçlü bir ihtimal olarak görülmektedir.

Şiî Dünyasında Kerbelâ

Şiî dünyası, Şiîliğin hareket noktası ve temel şahsiyeti Hz. Ali olmakla birlikte, şehid edilişinin arka planında varlığını sürdürebilen güçlü bir siyasî kuruluş bulunmadığından bu olayla fazla ilgilenmemiş, Hz. Hüseyin’in şehadetini ise Şiîliğe hayat veren bir kaynak telakki ederek içtimaî ve siyasî hayatın parolası haline getirmiştir. Bugün İslâm dünyasının en büyük azınlık mezhebini oluşturan İsnâaşeriyye İmâmiyyesi’nin özellikle duygu ve gönül hayatını Hz. Hüseyin sevgisi yönlendirmektedir. Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehid edilişinin hatırasını anmak için yapılan ve “tâziye” denilen yas merasimleri, onu imamların üçüncüsü ve on dört ma‘sûm-ı pâkin (çârdeh ma‘sûm-i pâk) beşincisi kabul eden Şiî dünyasında başlı başına bir olaydır.

Çocukları

Hz. Hüseyin’in çocuklarından Ali el-Ekber Kerbelâ’da kendisiyle birlikte şehid olmuş, Ca‘fer ve Abdullah adlı oğullarından devam etmeyen soyu diğer oğlu Ali Zeynelâbidîn’den devam ederek seyyid unvanıyla tanınmıştır. Ayrıca Fâtıma ve Sekîne adlı iki de kızı vardı.
Hz. Hüseyin sekiz hadis rivayet etti.

Cennet Gençlerinin Efendileri

حَدَّثَنَا مَحْمُودُ بْنُ غَيْلاَنَ، قَالَ: حَدَّثَنَا أَبُو دَاوُدَ الحَفَرِيُّ، عَنْ سُفْيَانَ، عَنْ يَزِيدَ بْنِ أَبِي زِيَادٍ، عَنِ ابْنِ أَبِي نُعْمٍ، عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الخُدْرِيِّ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: الحَسَنُ وَالحُسَيْنُ سَيِّدَا شَبَابِ أَهْلِ الجَنَّةِ.

Ebu Saîd el-Hudrî’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridir. (Tirmizî, Menâkıb, 31)
Hüseyin’in Şehadetiyle Alakalı Bir Hadis

1- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنِى أَبِى، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عُبَيْدٍ، حَدَّثَنَا شُرَحْبِيلُ بْنُ مُدْرِكٍ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ نُجَىٍّ، عَنْ أَبِيهِ أَنَّهُ سَارَ مَعَ عَلِىٍّ وَكَانَ صَاحِبَ مَطْهَرَتِهِ، فَلَمَّا حَاذَى نِينَوَى وَهُوَ مُنْطَلِقٌ إِلَى صِفِّينَ فَنَادَى عَلِىٌّ: اصْبِرْ أَبَا عَبْدِ اللَّهِ! اصْبِرْ أَبَا عَبْدِ اللَّهِ! بِشَطِّ الْفُرَاتِ. قُلْتُ: وَمَاذَا؟ قَالَ: دَخَلْتُ عَلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم ذَاتَ يَوْمٍ وَعَيْنَاهُ تَفِيضَانِ، قُلْتُ: يَا نَبِىَّ اللَّهِ! أَغْضَبَكَ أَحَدٌ مَا شَأْنُ عَيْنَيْكَ تَفِيضَانِ؟ قَالَ: « بَلْ قَامَ مِنْ عِنْدِى جِبْرِيلُ قَبْلُ، فَحَدَّثَنِى أَنَّ الْحُسَيْنَ يُقْتَلُ بِشَطِّ الْفُرَاتِ – قَالَ: – فَقَالَ: هَلْ لَكَ إِلَى أَنْ أُشِمَّكَ مِنْ تُرْبَتِهِ؟ – قَالَ: – قُلْتُ: نَعَمْ. فَمَدَّ يَدَهُ فَقَبَضَ قَبْضَةً مِنْ تُرَابٍ فَأَعْطَانِيهَا، فَلَمْ أَمْلِكْ عَيْنَىَّ أَنْ فَاضَتَا ».

Abdullah b. Nucey, babasından bildiriyor: Hz. Ali (r.a.) ile bir yolculuğa çıktım. Yolculuk sırasında ibriğini ben taşıyordum. Sıffin’e doğru giderken Ninova’ya geldiğinde: “Ey Ebu Abdullah, sabret! Ey Ebu Abdullah, Fırat kenarında sabret!” demeye başladı. Neden öyle dediğini sorduğumda şöyle dedi: “Bir defasında Hz. Peygamberin (s.a.) yanına girdiğimde gözlerinden yaşlar akıyordu. Ona: “Ey Allah’ın Resûlü! Birine mi öfkelendin? Neden gözlerinden yaş akıyor?” diye sorduğumda şu karşılığı verdi: “Hayır! Az önce Cebrâil yanımdan ayrıldı. Hüseyin’in Fırat kenarında öldürüleceğini söyledi ve ‘Öldürüleceği yerin toprağını sana koklatmamı ister misin? diye sordu. İsterim dediğimde elini uzatıp oradan bir avuç toprak aldı ve bana verdi. Bunu görünce de yaşlarıma hâkim olamadım.” [Sahih] (Müsned, I, 85) (Tercüme, XIX, 586)

Dilencinin Hakkı Var

2- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنِى أَبِى، حَدَّثَنَا وَكِيعٌ وَعَبْدُ الرَّحْمَنِ قَالاَ: حَدَّثَنَا سُفْيَانُ، عَنْ مُصْعَبِ بْنِ مُحَمَّدٍ، عَنْ يَعْلَى بْنِ أَبِى يَحْيَى، عَنْ فَاطِمَةَ بِنْتِ حُسَيْنٍ، عَنْ أَبِيهَا، – قَالَ عَبْدُ الرَّحْمَنِ حُسَيْنُ بْنُ عَلِىٍّ – قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم: « لِلسَّائِلِ حَقٌّ وَإِنْ جَاءَ عَلَى فَرَسٍ ».
Hz. Hüseyin b. Ali’nin (r.a.) bildirdiğine göre Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Atın üzerinde gelse bile dilencinin bir hakkı vardır”. [Sahih] (Müsned, I, 201; Ebu Davud, II, 51) (Tercüme, VII, 183)

Müslümanlığın Güzelliği

3- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنِى أَبِى، حَدَّثَنَا ابْنُ نُمَيْرٍ وَيَعْلَى قَالاَ: حَدَّثَنَا حَجَّاجٌ – يَعْنِى ابْنَ دِينَارٍ الْوَاسِطِىَّ -، عَنْ شُعَيْبِ بْنِ خَالِدٍ، عَنْ حُسَيْنِ بْنِ عَلِىٍّ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم: « إِنَّ مِنْ حُسْنِ إِسْلاَمِ الْمَرْءِ قِلَّةَ الْكَلاَمِ فِيمَا لاَ يَعْنِيهِ ».
Hüseyin b. Ali’nin bildirdiğine göre Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Kendisini ilgilendirmeyen konularda kişinin az konuşması Müslümanlığının güzelliğindendir”. [Zayıf] (Müsned, I, 201) (Tercüme, I, 242)

(1875)