Anam Babam Sana Fedadır Hz. Sa’d b. Ebi Vakkâs
Sa‘d b. Malik b. Uheyb b. Abdümenaf
Babası: Malik b. Uheyb’dir. Malik’in künyesi Ebu Vakkas’tır. Nübüvvet dönemine erişmeden vefat etmiştir.
Annesi: Hamne bint Süfyan b. Ümeyye’dir. İslam’ı kabul etmemiştir.
Resûlüllah’ın (s.a.) annesi ile aynı kabileden, Zuhre oğullarından olduğu için, anne tarafından nesebi Resûlüllah (s.a.) ile birleşmektedir. Bi’setten 17 yıl önce Mekke’de doğmuştur.
Sa‘d (r.a), ilk iman edenlerden biridir. Kendisinden yapılan rivayetlere göre o İslamı üçüncü kabul eden kimsedir. Ancak, Hz. Hatice, Hz. Ebu Bekr, Hz. Ali ve Zeyd b. Harise’den sonra müslüman olmuşsa beşinci müslüman olmuş oluyor. Sa‘d (r.a), müslüman olduğunda on yedi yaşında bulunduğunu söylemektedir. Sa‘d (r.a), Resûlüllah’ı (s.a.) korumak ve ona gelebilecek zararları engellemek için sürekli gayret içerisinde oldu.
İslam’ı Kabul Edişi
Sa‘d (r.a) İslama girişine sebep olan olayı şöyle anlatır: “Müslüman olmadan önce rüyamda kendimi karanlık bir yerde gördüm. Zifiri karanlıkta etrafımdaki hiç bir şeyi göremiyordum. Bu arada ay doğdu ve ben onun ışığına doğru yürümeye başladım. Önümde birileri olduğunu fark ettim. Benden önce aya doğru kimlerin yürüdüğüne bakıyordum. Önümde, Zeyd b. Harise, Ali b. Ebî Talib ve Ebû Bekir’i gördüm. Onlara ne zamandır burada olduklarını sordum, “az bir vakit oldu” dediler. Bu rüya üzerine araştırmaya başladım, öğrendim ki, Resûlüllah (s.a.) gizlice İslâm’a davete başlamış. Ona Ecyad tepesi taraflarında rastladım. İkindi vakti namaz kılıyordu. Orada hemen İslamı kabul ettim. Benden önce bu kişilerden başka iman eden olmamıştı”.
Zor Günler
Sa‘d’ın müslüman olduğunu öğrenen annesi, buna çok üzülmüş ve oğlunu atalarının dinine döndürebilmek için çareler aramaya başladı. Sa‘d’a, eğer girdiği dinden dönmezse, ölüm orucuna başlayacağına yemin etti. Sa‘d, annesine, bunu yapmamasını, çünkü dininden dönmeyeceğini söyledi. Yeminini uygulamaya koyan annesi, bir zaman sonra açlık ve susuzluktan bayıldı. Ayıldığında Sa‘d ona; “Yüz tane canın olsa ve bunları bir bir versen, ben yine dinimden dönmem” demişti. Onun kararlılığını gören annesi yemininden vazgeçti.
Bu konuyla ilgili ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:
وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْنًا عَلَى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ أَنِ اشْكُرْ لِي وَلِوَالِدَيْكَ إِلَيَّ الْمَصِيرُ . وَإِنْ جَاهَدَاكَ عَلى أَن تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا وَصَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفًا وَاتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ أَنَابَ إِلَيَّ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
“Biz insana, ana babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır. Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dünya işlerinde onlara iyi davran. Bana yönelen kimsenin yoluna uy; sonunda dönüşünüz Bana’dır. O zaman, yaptıklarınızı size bildiririm.” (Lokman 31/14, 15).
Müslümanlara uygulanan ambargo günlerinde Şib-i Ebi Tâlib’de Resûlullah’ın yanından hiç ayrılmadı. Üç yıl devam eden zorlu günlerde ağaç yapraklarından başka yiyecek bir şey bulamadıkları olmuştu. Yıllar sonra Sa‘d bu günleri etrafındakilere anlatacaktı.
İslam Adına Akıtılan İlk Kan
Sa‘d (r.a), Medine’ye hicret edene kadar Mekke’de kalmıştır. Dolayısıyla müşrikler tarafından uğradıkları bütün saldırı ve işkencelere diğer müslümanlarla birlikte Mekke dönemi boyunca muhatab oldu. Mekke’de müslümanlar, müşriklerin saldırılarından korunmak için ibadetlerini gizli ve tenha yerlerde yapıyorlardı. Bir gün arkadaşlarıyla birlikte ibadet ederlerken müşriklerden bir grup onlara sataşarak İslamla alay ettiler ve onlara saldırdılar. Sa‘d eline geçirdiği bir deve kemiğiyle müşriklerden birinin kafasına vurarak kanlar içerisinde bıraktı. İşte İslam’da Allah için ilk akıtılan kan budur.
Medine Günleri
Sa‘d (r.a), küçük kardeşi Ümeyr (r.a) ile Medine’ye hicret ettiği zaman, kan davası yüzünden Mekke’den kaçıp buraya yerleşmiş olan diğer kardeşleri Utbe’nin evinde kalmaya başlamışlardı. Resûlüllah (s.a.), onu Sa‘d b. Muaz ile kardeş yaptı.
Katıldığı Seriyyeler
Medine’ye hicretle birlikte İslâm devlet olmuş ve kendini tehdit eden güçlere karşı askerî faaliyetler başlamıştı. Bu çerçevede Mekke kervanlarına yönelik askerî birlikler (seriyye) sevkediliyordu. Hicretin ikinci yılında yapılan Bedir savaşına kadar tam yedi seriyye düzenlenmişti. Sa‘d bunların hepsine ya asker olarak veya komutan olarak katılmıştır.
İlk seriyye, Hicretin yedinci ayında Ramazan’da Mekke kervanının yolunu kesmek için otuz kişiden oluşan Hz. Hamza komutasındaki Seyfülbahr seriyyesidir. Sa‘d (r.a) da bu ilk askerî birliğe katılanlardandır.
Bir ay sonra Resûlullah’ın (s.a.) amcaoğlu Ubeyde b. Haris komutasında gönderilen Rabiğ seriyyesi Kureyş kervanıyla karşılaştığında ilk oku Sa‘d b. Ebi Vakkas (r.a) atarak çatışmayı başlatmıştı. Mekke’de Allah yolunda ilk kan akıtan kimse olma şerefi Sa‘d’a (r.a) ait olduğu gibi, yine Allah yolunda ilk ok atma şerefi de böylece ona nasip olmuştur. Sa‘d (r.a) şöyle demektedir: “Araplardan Allah yolunda ilk ok atan kimse benim”.
Üçüncü seriyye ise bir ay sonra Zilkade ayında düzenlenen Harrâr seferidir. Bu müfrezeye Allah Resûlü (s.a.) Sa‘d b. Ebi Vakkas’ı komutan tayin etmiştir.
Katıldığı Savaşlar
Bedir savaşında iki kılıçla birlikte savaşanlardan biri de Sa‘d idi. Müşrik süvari birliğinin komutanı olan Saîd b. As’ı öldürüp Zülketife adındaki kılıcını almış ve savaşın sonuna kadar iki kılıçla vuruşmuştu. Savaşın sonunda bunu Resûlüllah’a (s.a.) getirmişti. Resûlullah bu kılıcı ganimetler dağıtılırken Sa‘d’a vermiştir. (Müslim, Fedâilu’s-sahâbe, 43; Tirmizî, Tefsir, 9)
Sa‘d b. Ebi Vakkas, Bedir savaşından dönerken on altı yaşındaki kardeşi Umeyr’i şehit olarak bu meydana bırakmıştı.
Uhud savaşında, henüz çarpışma başlamadan önce bir kayanın dibinde Sa‘d ile Abdullah b. Cahş’ın oturdukları görüyoruz. Aralarında bir anlaşma yapıyorlar. Birbirlerin yaptığı duaya amin diyecekler. Bu dua sonunda Sa‘d yiğitçe savaşacak, düşmanın kalbine korku salacak, Abdullah da kalpten arzuladığı şehadete ulaşacak.
Müşriklerin üstünlüğü ele geçirdiği ve müslümanların paniğe kapılarak dağıldığı esnada Resûlüllah’ın (s.a.) yanından ayrılmayıp gövdelerini siper ederek onu korumaya çalışan bir kaç kişiden birisi Sa‘d b. Ebi Vakkas (r.a) idi. O, ok atmakta mahirdi, attığını vuruyordu. Resûlüllah (s.a.) ona ok veriyor ve şöyle diyordu: “At Sa‘d! Anam babam sana feda olsun, at!”.
Sa‘d’ın (r.a) Uhud günü tek başına bin ok attığı rivayet edilmektedir.
O, Hendek’te bulundu. Bu savaşta da Resûlullah’ı memnun edecek bir tavır ortaya koydu.
Hudeybiye, Hayber, Mekke’nin fethi, Tebük ve diğer gazvelerin tamamına katılmıştır.
Veda Haccında Hastalığı
Resûlullah (s.a.) ile birlikte veda haccında bulunduğu sırada Mekke’de ağır bir hastalığa yakalandı. Kendisini ziyarete gelen Efendimize şöyle dedi: Ya Resûlullah! Hicretin ettiğim yurtta ölmekten böylece hicret sevabından mahrum olmaktan korkuyorum. Dua et Rabbim bana şifa versin. Resûlullah (s.a.) ona dua etti, bu duanın bereketiyle uzun seneler yaşadı, İslam’a çok büyük hizmetleri yaptı. Bu hastalığından tam kırk beş sene sonra vefat etti.
Kadisiye Fatihi
Resûlüllah’ın (s.a.) kendisinden razı olarak refik-i a‘laya yükselmesinden sonra Hz. Ebu Bekir’e (r.a) bey’at eden Sa‘d (r.a), bu dönemde verilen bütün görevleri yerine getirmişti.
Hz. Ömer döneminde aktif olarak devlet idaresinde görevler aldı. Bu dönemde onun en önemli görevlerinden birisi, asrın süper güçlerinden birisi olan İran imparatorluğunu çökerten Kadisiye ordusunun kumandanlığıdır.
Bizansa yönelik askerî faaliyetler sürerken, İran topraklarına da seferler yapılıyordu. Hz. Ebû Bekir (r.a) döneminde İranlıların elinde olan Irak’ın büyük bir bölümü fethedilmişti. Hz. Ömer (r.a) iş başına geçtiği zaman İran’a karşı kapsamlı ve netice alıcı bir askerî sefer düzenlenmesi için çalışmalara başladı. Yapılan istişareler sonucunda Sa‘d b. Ebî Vakkas’ın hazırlanan orduya komutan tayin edilmesi kararlaştırıldı. Havâzin kabilelerinden zekât toplamak için bu bölgede bulunan Sa‘d, Medine’ye çağrılarak ordu ona teslim edildi. Sa‘d ordusuyla Irak’a doğru yürüyüşe geçerek Kadisiye mevkiinde karargah kurdu. İran şahı, müslümanlara karşı savaşmak üzere ünlü komutanı Zaloğlu Rüstem’i görevlendirmişti. Yapılan savaşı müslümanlar kazanmış ve İran toprakları İslam tebliğine açılmıştı. Kadisiye zaferi İslâm ordularının kazandığı en parlak ve kesin zaferlerden biri olarak tarihe geçmiştir.
Daha sonra Sa‘d (r.a), Celula’ya yönelmiş ve burasını fethetmişti (H 16). Celula’nın fethi bölgede büyük bir ihtida hareketini de peşinden getirmişti. Daha sonra İran imparatorluk merkezi olan Medâin iki aylık bir kuşatmadan sonra düşmüş, yüklü miktarda ganimet ele geçmiş ve Kisra III. Yezducerd buradan Hulvan’a kaçmıştı. Sa‘d b. Ebi Vakkas, bir ordu göndererek sulh yoluyla burayı fethetmişti. Yezducerd ise İsfahan bölgesine kaçarak orada tutunmaya çalışmıştır.
Kûfe Şehri’nin Kurulması
Sa‘d (r.a), Medâin’e yerleşerek, fethedilen toprakların idarî yapısını oluşturmaya çalıştı. Medâin’in havası, askerlerin sıhhatini olumsuz yönde etkilediği için, Hz. Ömer’in (r.a) onayı alınarak yerleşime ve ordunun askerî stratejisine uygun bir konumda olan Küfe, ordugâh şehir haline getirildi. Sa‘d bölge valisi olarak Kûfe’de üç buçuk yıl kalmıştır. O, tekrar toparlanıp kaybettikleri yerleri geri almak için hazırlıklara girişen İranlıların hareketlerini takip ediyor ve gerekli askerî önlemleri almaya çalışıyordu. Ancak tam bu sıralarda Kûfe’de bir topluluk, Hz. Sa‘d’ı ganimetleri adil dağıtmadığı ve gaza işlerinde gevşek davrandığı yolunda iddialarla Hz. Ömer’e (r.a) şikayet etti. Ayrıca onun namaz kıldırış tarzını da beğenmiyorlardı. Hz. Ömer (r.a) meseleyi inceletmiş; yapılan şikayetlerin asılsız olduğunu anlamış olmakla birlikte, maslahatı gözeterek onu geri çağırmıştı.
Hilafet İstişare Heyeti
Hz. Ömer (r.a), kendisinden sonra halife seçimini gerçekleştirmek için altı kişilik bir şûra oluşturmuştu. Sa‘d (r.a) da bunlar arasındaydı. Hz. Ömer’in (r.a) vefatından sonra halife tayini için müzakereler başladığı zaman Sa‘d, Abdurrahman b. Avf lehine adaylıktan çekildiğini açıklamıştır.
Hz. Osman (r.a), halife seçildiği zaman; Ömer’in (r.a) vasiyetine uyarak Sa‘d’ı Küfe valiliğine tayin etti. Ancak, bu seferki Küfe valiliği de fazla sürmemiştir. O, hazineden borç olarak almış olduğu bir miktar parayı geri ödemekte zorluk çekince, hazine emini Abdullah İbn Mesud tarafından Halifeye şikayet edilmiş; bu şikayet üzerine Osman (r.a), onu Küfe valiliğinden azletmişti. Bunun üzerine Sa‘d (r.a) Medine yakınlarındaki Akik vadisinde bulunan çiftliğindeki evine yerleşmiş ve ziraatle uğraşmaya başlamıştır.
Fitnelerden Uzak Kalışı
Sa‘d (r.a), Hz. Osman’ın (r.a) şehid edilişiyle başlayan fitne ve ihtilaflardan tamamen uzak kalmaya gayret etmiştir. O, müslümanlar arasında kan dökülmesinden çok rahatsız oluyor ve taraflardan kendisine gelen teklifleri geri çeviriyordu. O, ümmetin üzerinde anlaştığı bir halife ortaya çıkıncaya kadar kendisine hiç bir şeyden bahsedilmemesini istemişti. Sa‘d (r.a), gruplar arasında verilen mücadelelerde kimin haklı kimin haksız olduğunun açıklığa kavuşturulmasının mümkün olmadığını bildiği ve haksız yere bir müslümanın kanını akıtmaktan çekindiği için böyle davranıyordu. O, kendisine gelenlere şöyle diyordu: “Bana, iki gözü, dili ve iki dudağı olan ve şu kâfirdir, şu mümindir diyen bir kılıç getirilinceye kadar asla kimseyle savaşmam”.
Sa‘d (r.a), güçlü bir kişiliğe ve siyasî desteğe sahip olduğu halde, riyaset çekişmelerinin içine girmekten ömrünün son günlerine kadar kaçınmıştır. Oğlu Ömer ve kardeşinin oğlu Haşim gidip ona; “Yüz bin kılıçlı insan, seni hilafete en layık adam olarak görüyor” dediklerinde onun cevabı şu olmuştu:
“Bu (elimdeki), sizin yüz bin kılıcınızdan daha kuvvetli bir kılıçtır. Bu kılıç, mümine çekilince kesmez, kâfire karşı sıyrılınca onu keser”. Onun bu anlamlı sözleri, müslümanların birbirlerine zarar vermelerine karşı ne kadar hassas olduğunu ifade etmektedir.
Vefatı
Sa‘d (r.a), Hicrî 55 yılında ikamet etmekte olduğu Medine’nin dışındaki Akik vadisinde 82 yaşında vefat etmiştir.
Sa‘d’ın (r.a) cenazesi Akik vadisindeki evinden alınarak Medine’ye getirilmiş ve Mescid-i Nebevî’de kılınan namazdan sonra, bakî’ mezarlığına defnedilmiştir. Cenaze namazını Emevilerin Medine valisi Mervan b. Hakem kıldırmıştır. Resûlüllah’ın (s.a.) zevceleri de namaza iştirak etmişlerdi.
Sa‘d (r.a), vefat edeceğini anladığı zaman yünden mamül cübbesini istemiş ve ölünce ona sarılmasını istemişti. Bunun sebebi olarak, Bedir savaşında onu giymekte olduğunu ve bundan dolayı bu cübbesini çok sevdiğini söylemiştir. İbnül Esir’in kaydettiği, oğlu Âmir’den nakledildiğine göre Sa‘d (r.a) Muhacirlerden en son vefat eden kişidir.
Sa‘d (r.a), sekiz evlilik yapmış olup; bu evliliklerinde, on sekizi kız, on sekizi de erkek olmak üzere otuz altı çocuğa sahip olmuştu. Oğullarından bazılarının isimleri şöyledir: İshak, Ömer, Muhammed, Âmir, İsmail, İbrahim, Musa, Ümeyr, Salih, Osman. Kızlarından bazılarının ismi ise şöyledir: Ümmü Hâkim, Hafsa, Gülsüm, Ümmü İmran, Umre, Aişe.
Hz. Peygamber’den 271 hadis rivayet etmiştir.
Anam Babam Sana Feda Ya S‘ad!
1- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنِى أَبِى، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ جَعْفَرٍ، حَدَّثَنَا شُعْبَةُ، عَنْ يَحْيَى بْنِ سَعِيدٍ، عَنْ سَعِيدِ بْنِ الْمُسَيَّبِ، قَالَ: قَالَ سَعْدُ بْنُ مَالِكٍ: جَمَعَ لِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَبَوَيْهِ يَوْمَ أُحُدٍ.
Sa‘d b. Mâlik der ki: Uhud savaşında Resûlullah (s.a.) benim için “Anam babam sana feda olsun” diyerek annesi ile babasını bir arada andı. [Sahih] (Müsned, I, 174. Ayrıca bk. Buhârî, Fedâilu’s-sahâbe, 15; Meğâzî, 18; Müslim, Fedâilu’s-sahâbe, 42; Tirmizî, Menâkıb, 27) (Tercüme, XVIII, 681)
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنِى أَبِى، حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ، وَسَعْدٌ، قَالاَ: حَدَّثَنَا أَبِى، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ شَدَّادٍ، – قَالَ سَعْدٌ ابْنِ الْهَادِ: – سَمِعْتُ عَلِيًّا يَقُولُ: مَا سَمِعْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم يَجْمَعُ أَبَاهُ وَأُمَّهُ لأَحَدٍ غَيْرَ سَعْدِ بْنِ أَبِى وَقَّاصٍ، فَإِنِّى سَمِعْتُهُ يَقُولُ يَوْمَ أُحُدٍ: « ارْمِ يَا سَعْدُ! فِدَاكَ أَبِى وَأُمِّى ».
Hz. Ali (r.a.) der ki: Allah Resûlü’nün (s.a.), Sa‘d b. Ebi Vakkâs’dan başka hiç kimseye anne ve babasını birlikte feda ettiğini duymadım. Uhud savaşında Hz. Peygamber’in (s.a.), Sa‘d’a: “Okunu at ey Sa‘d! Anam babam sana feda olsun!” dediğini işittim. [Sahih] (Müsned, I, 92. Ayrıca bk. Buhârî, Cihad, 80; Meğâzî, 18; Müslim, Fedâilu’s-sahâbe, 41; Tirmizî, Menâkıb, 27) (Tercüme, XVIII, 680)
Kimin Böyle Dayısı Var?
حَدَّثَنَا أَبُو كُرَيْبٍ، وَأَبُو سَعِيدٍ الأَشَجُّ قَالاَ: حَدَّثَنَا أَبُو أُسَامَةَ، عَنْ مُجَالِدٍ، عَنْ عَامِرٍ الشَّعْبِىِّ، عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ: أَقْبَلَ سَعْدٌ فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم: « هَذَا خَالِى، فَلْيُرِنِى امْرُؤٌ خَالَهُ ».
وَكَانَ سَعْدُ بْنُ أَبِى وَقَّاصٍ مِنْ بَنِى زُهْرَةَ، وَكَانَتْ أُمُّ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم مِنْ بَنِى زُهْرَةَ، فَلِذَلِكَ قَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم: « هَذَا خَالِى ».
Peygamber aleyhisselmın annesi Hz. Âmine, Benî Zühre kabilesinden olduğu için, Fahr-i Cihan Efendimiz aynı kabileden olan Sa‘d b. Ebi Vakkâs’a: “Kimin böyle dayısı
var? Göstersin bakalım” diye iltifat buyururdu. (Tirmizî, Menâkıb, 27)
Duası Kabul Edilmiş Sa‘d
حَدَّثَنَا رَجَاءُ بْنُ مُحَمَّدٍ الْعُذْرِىُّ – بَصْرِىٌّ -، حَدَّثَنَا جَعْفَرُ بْنُ عَوْنٍ، عَنْ إِسْمَاعِيلَ بْنِ أَبِى خَالِدٍ، عَنْ قَيْسِ بْنِ أَبِى حَازِمٍ، عَنْ سَعْدٍ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ: « اللَّهُمَّ اسْتَجِبْ لِسَعْدٍ إِذَا دَعَاكَ ».
Bir defasında onun için: “Allahım! Sa‘d Sana dua ettiğinde kabul buyur.” demişti.
(Tirmizî, Menâkıb, 27)
حَدَّثَنَا مُوسَى قَالَ: حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ قَالَ: حَدَّثَنَا عَبْدُ الْمَلِكِ بْنُ عُمَيْرٍ، عَنْ جَابِرِ بْنِ سَمُرَةَ قَالَ: شَكَا أَهْلُ الْكُوفَةِ سَعْدًا إِلَى عُمَرَ رضى الله عنه فَعَزَلَهُ وَاسْتَعْمَلَ عَلَيْهِمْ عَمَّارًا ، فَشَكَوْا حَتَّى ذَكَرُوا أَنَّهُ لاَ يُحْسِنُ يُصَلِّى ، فَأَرْسَلَ إِلَيْهِ فَقَالَ: يَا أَبَا إِسْحَاقَ! إِنَّ هَؤُلاَءِ يَزْعُمُونَ أَنَّكَ لاَ تُحْسِنُ تُصَلِّى، قَالَ أَبُو إِسْحَاقَ: أَمَّا أَنَا وَاللَّهِ فَإِنِّى كُنْتُ أُصَلِّى بِهِمْ صَلاَةَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَا أَخْرِمُ عَنْهَا ، أُصَلِّى صَلاَةَ الْعِشَاءِ فَأَرْكُدُ فِى الأُولَيَيْنِ وَأُخِفُّ فِى الأُخْرَيَيْنِ . قَالَ ذَاكَ الظَّنُّ بِكَ يَا أَبَا إِسْحَاقَ . فَأَرْسَلَ مَعَهُ رَجُلاً أَوْ رِجَالاً إِلَى الْكُوفَةِ ، فَسَأَلَ عَنْهُ أَهْلَ الْكُوفَةِ ، وَلَمْ يَدَعْ مَسْجِدًا إِلاَّ سَأَلَ عَنْهُ ، وَيُثْنُونَ مَعْرُوفًا ، حَتَّى دَخَلَ مَسْجِدًا لِبَنِى عَبْسٍ ، فَقَامَ رَجُلٌ مِنْهُمْ يُقَالُ لَهُ أُسَامَةُ بْنُ قَتَادَةَ يُكْنَى أَبَا سَعْدَةَ، قَالَ: أَمَّا إِذْ نَشَدْتَنَا فَإِنَّ سَعْدًا كَانَ لاَ يَسِيرُ بِالسَّرِيَّةِ ، وَلاَ يَقْسِمُ بِالسَّوِيَّةِ ، وَلاَ يَعْدِلُ فِى الْقَضِيَّةِ . قَالَ سَعْدٌ: أَمَا وَاللَّهِ لأَدْعُوَنَّ بِثَلاَثٍ ، اللَّهُمَّ إِنْ كَانَ عَبْدُكَ هَذَا كَاذِبًا ، قَامَ رِيَاءً وَسُمْعَةً فَأَطِلْ عُمْرَهُ ، وَأَطِلْ فَقْرَهُ ، وَعَرِّضْهُ بِالْفِتَنِ ، وَكَانَ بَعْدُ إِذَا سُئِلَ يَقُولُ شَيْخٌ كَبِيرٌ مَفْتُونٌ ، أَصَابَتْنِى دَعْوَةُ سَعْدٍ .
قَالَ عَبْدُ الْمَلِكِ: فَأَنَا رَأَيْتُهُ بَعْدُ قَدْ سَقَطَ حَاجِبَاهُ عَلَى عَيْنَيْهِ مِنَ الْكِبَرِ، وَإِنَّهُ لَيَتَعَرَّضُ لِلْجَوَارِى فِى الطُّرُقِ يَغْمِزُهُنَّ .
Sa‘d b. Ebi Vakkâs, Hz. Ömer devrinde Kûfe valisi iken, Kûfeliler onu: “Doğru dürüst namaz kıldırmasını bilmiyor!” diye Hz. Ömer’e şikayet etmiş, Hz. Ömer de Sa‘d’ı görevden aldıktan sonra tahkikat yaptırmış, müfettişler gittikleri her camide halkın ondan memnun olduğunu görmüşlerdi. Yalnız bir yerde, Ebu Sa‘d’e diye bir adam: “Savaşlara gitmiyor, ganimetleri eşit bir şekilde dağıtmıyor, adil hüküm vermiyor!” diye onu üç konuda şikayet etmişti. Bunun üzerine Sa‘d b. Ebi Vakkâs da ona üç beddua etmiş:
“Allahım! Eğer bu kulun yalan söylüyorsa ömrünü uzat, fakirliğini çoğalt ve onu fitnelere uğrat!” demişti. Daha sonraki yıllarda bu Ebu Sa‘d’e, kendisine “Neden bu haldesin?” diye soranlara: “Ben fitneye uğramış bir ihtiyarım. Sa‘d b. Ebi Vakkâs’ın bedduası tuttu.” dermiş. Bu olayı anlatan ravi, Ebu Sa‘de’yi yıllar sonra gördüğünü, yaşlılık dolayısıyla göz kapaklarının gözlerinin üzerine düştüğünü ve yoldan geçen kızlara çimdik atmaya çalıştığını söylemiştir (Buhârî, Ezan, 95).
Cennetlik Sa‘d
2- حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ، أَخْبَرَنَا رِشْدِينُ، عَنِ الْحَجَّاجِ بْنِ شَدَّادٍ، عَنْ أَبِي صَالِحٍ الْغِفَارِيِّ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرِو بْنِ الْعَاص،ِ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: أَوَّلُ مَنْ يَدْخُلُ مِنْ هَذَا الْبَابِ رَجُلٌ مِنْ أَهْلِ الْجَنَّةِ، فَدَخَلَ سَعْدُ بْنُ أَبِي وَقَّاصٍ.
Abdullah b. Amr el-As der ki: Bir keresinde Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Bu kapıdan ilk girecek olan kişi cennetliklerden biridir.” Ardından Sa‘d b. Ebi Vakkâs kapıdan girdi. [Hasen] (Müsned, II, 222) (Tercüme, XVIII, 684)
Resûlullah’ın Kapısında Nöbetçi
3- حَدَّثَنَا يَزِيدُ قَالَ: أَخْبَرَنَا يَحْيَى قَالَ: سَمِعْتُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عَامِرِ بْنِ رَبِيعَةَ يُحَدِّثُ، أَنَّ عَائِشَةَ كَانَتْ تُحَدِّثُ ،أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ سَهِرَ ذَاتَ لَيْلَةٍ وَهِيَ إِلَى جَنْبِهِ، قَالَتْ: فَقُلْتُ: مَا شَأْنُكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ؟ قَالَتْ: فَقَالَ، لَيْتَ رَجُلًا صَالِحًا مِنْ أَصْحَابِي يَحْرُسُنِي اللَّيْلَةَ، قَالَ: فَبَيْنَا أَنَا عَلَى ذَلِكَ إِذْ سَمِعْتُ صَوْتَ السِّلَاحِ، فَقَالَ: مَنْ هَذَا؟ قَالَ: أَنَا سَعْدُ بْنُ مَالِكٍ، فَقَالَ: مَا جَاءَ بِكَ؟ قَالَ: جِئْتُ لِأَحْرُسَكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ، قَالَتْ: فَسَمِعْتُ غَطِيطَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي نَوْمِهِ.
Hz. Aişe der ki: Bir gece (Medine’ye dönüşü sırasında) Resûlullah (s.a.) uykusuz kaldı. Ben de yanındaydım. Ona: “Ey Allah’ın Resûlü! Neyin var?” diye sorduğumda: “Keşke ashabım içinden salih bir kişi bu gece nöbet tutup beni korusa (da biraz uyusam)” buyurdu. O esnada bir silah tıkırtısı işittim. Resûlullah (s.a.): “Kim o?” diye seslenince, karşıdaki: “Ben Sa‘d b. Mâlik’im!” dedi. Resûlullah (s.a.) ona: “Neden geldin?” diye sorunca, Sa‘d: “Ey Allah’ın Resûlü! Seni korumak için geldim” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.) uykuya daldı ki uyurken horladığını işittim. [Sahih] (Müsned, VI, 140. Ayrıca bk. Buhârî, Cihad, 70; Müslim, Fedâilu’s-sahabe, 40; Tirmizî, Menâkıb, 27; Nesâî, Fedâil, 113) (Tercüme, XVIII, 684)
Mekke’de Öleceğinden Korkuyor
4- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنِى أَبِى، حَدَّثَنَا عَفَّانُ، حَدَّثَنَا وُهَيْبٌ، حَدَّثَنَا أَيُّوبُ، عَنْ عَمْرِو بْنِ سَعِيدٍ، عَنْ حُمَيْدِ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ الْحِمْيَرِىِّ، عَنْ ثَلاَثَةٍ مِنْ وَلَدِ سَعْدٍ، عَنْ سَعْدٍ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم دَخَلَ عَلَيْهِ يَعُودُهُ وَهُوَ مَرِيضٌ وَهُوَ بِمَكَّةَ، فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ! قَدْ خَشِيتُ أَنْ أَمُوتَ بِالأَرْضِ الَّتِى هَاجَرْتُ مِنْهَا كَمَا مَاتَ سَعْدُ بْنُ خَوْلَةَ، فَادْعُ اللَّهَ أَنْ يَشْفِيَنِى. قَالَ: « اللَّهُمَّ اشْفِ سَعْداً، اللَّهُمَّ اشْفِ سَعْداً، اللَّهُمَّ اشْفِ سَعْداً ». فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ! إِنَّ لِى مَالاً كَثِيراً وَلَيْسَ لِى وَارِثٌ إِلاَّ ابْنَةً، أَفَأُوصِى بِمَالِى كُلِّهِ؟ قَالَ: « لاَ ». قَالَ: أَفَأُوصِى بِثُلُثَيْهِ؟ قَالَ: « لاَ ». قَالَ: أَفَأُوصِى بِنِصْفِهِ؟ قَالَ: « لاَ ». قَالَ: أَفَأُوصِى بِالثُّلُثِ؟ قَالَ: « الثُّلُثُ، وَالثُّلُثُ كَثِيرٌ، إِنَّ نَفَقَتَكَ مِنْ مَالِكَ لَكَ صَدَقَةٌ، وَإِنَّ نَفَقَتَكَ عَلَى عِيَالِكَ لَكَ صَدَقَةٌ، وَإِنَّ نَفَقَتَكَ عَلَى أَهْلِكَ لَكَ صَدَقَةٌ، وَإِنَّك أَنْ تَدَعَ أَهْلَكَ بِعَيْشٍ – أَوْ قَالَ بِخَيْرٍ – خَيْرٌ مِنْ أَنْ تَدَعَهُمْ يَتَكَفَّفُونَ النَّاسَ ».
Humeyd b. Abdurrahman el-Himyerî, Sa‘d’ın çocuklarının üçünden, onlar da Sa‘d’dan bildiriyor: Resûlullah (s.a.) (Veda haccında) Mekke’deyken hasta olan Sa‘d’ı (r.a.) ziyaret edince, Sa‘d (r.a.) şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resûlü! Sa‘d b. Havle gibi, hicret ettiğim yerde vefat etmekten korkuyorum. Allah’ın bana şifa vermesi için dua et.” Hz. Peygamber (s.a.): “Allahım! Sa‘d’a şifa ver, Allahım! Sa‘d’a şifa ver, Allahım! Sa‘d’a şifa ver” diye dua etti. Sa‘d (r.a.): “Ey Allah’ın Resûlü! Çok malım var ve varis olarak sadece bir kızım var, bütün malımı (Allah yoluna) vasiyet edeyim mi?” diye sorunca, Resûlullah (s.a.): “Hayır” cevabını verdi. Sa‘d: “Üçte ikisini vasiyet edeyim mi?” diye sorunca, Hz. Peygamber (s.a.): “Hayır” cevabını verdi. Sa‘d: “Yarısını vasiyet edeyim mi?” diye sorunca, Hz. Peygamber (s.a.) yine: “Hayır” cevabını verdi. Sa‘d: “Üçte birini vasiyet edeyim mi?” diye sorunca, Resûlullah (s.a.): “Üçte bir, üçte bir de çoktur. Malından kendin için harcadığın sadakadır. Çocuklarına harcadığın sadakadır. Ailene harcadığın sadakadır. Ailene mal bırakman -yahut geçimle dedi- onları insanlara avuç açıp dilenen olarak bırakmandan daha hayırlıdır” buyurdu. [Sahih] (Müsned, I, 168. Ayrıca bk. Müslim, II, 9; Buhârî, Edebu’l-müfred, 520) (Tercüme, XI, 481)
Acve Hurmasının Faydası
5- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنِى أَبِى، حَدَّثَنَا أَبُو عَامِرٍ، حَدَّثَنَا فُلَيْحٌ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ يَعْنِى ابْنَ مَعْمَرٍ، قَالَ: حَدَّثَ عَامِرُ بْنُ سَعْدٍ عُمَرَ بْنَ عَبْدِ الْعَزِيزِ وَهُوَ أَمِيرٌ عَلَى الْمَدِينَةِ، أَنَّ سَعْداً قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم: « مَنْ أَكَلَ سَبْعَ تَمَرَاتٍ عَجْوَةٍ مَا بَيْنَ لاَبَتَىِ الْمَدِينَةِ عَلَى الرِّيقِ لَمْ يَضُرَّهُ يَوْمَهُ ذَلِكَ شَىْءٌ حَتَّى يُمْسِىَ ». قَالَ فُلَيْحٌ: وَأَظُنُّهُ قَالَ: « وَإِنْ أَكَلَهَا حِين يُمْسِى لَمْ يَضُرَّهُ شَىْءٌ حَتَّى يُصْبِحَ ».
فَقَالَ عُمَرُ: انْظُرْ يَا عَامِرُ! مَا تُحَدِّثُ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم. فَقَالَ: أَشْهَدُ مَا كَذَبْتُ عَلَى سَعْدٍ وَمَا كَذَبَ سَعْدٌ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم.
Abdullah b. Abdurrahman b. Ma‘mer der ki: Âmir b. Sa‘d zamanın Medine valisi olan Ömer b. Abdulaziz’e şöyle dedi: Sa‘d’ın bildirdiğine göre Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Kim sabah vakti aç karnına Medine’de yetişen acve hurmasından yedi tane yerse o gün akşama kadar kendisine hiçbir şey zarar veremez. Akşam vakti yiyen kişiye de sabaha kadar hiçbir şey zarar veremez”. Ömer b. Abdulaziz: “Ey Âmir! Resûlullah’tan (s.a.) naklettiklerine dikkat et!” deyince, Âmir: “Yemin ederim ki Sa’d’ın adına yalan söylemedim, Sa’d da Resûlullah adına yalan söylemiş değildir” karşılığını verdi. [Sahih] (Müsned, I, 168. Ayrıca bk. Buhârî, IX, 493; Müslim, II, 143; Ebu Davud, IV, 8) (Tercüme, XIII, 427)
Âdemoğlunun Saadeti ve Şekâveti
6- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنِى أَبِى، حَدَّثَنَا رَوْحٌ – أَمْلاَهُ عَلَيْنَا بِبَغْدَادَ –، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ أَبِى حُمَيْدٍ، عَنْ إِسْمَاعِيلَ بْنِ مُحَمَّدِ بْنِ سَعْدِ بْنِ أَبِى وَقَّاصٍ، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ جَدِّهِ سَعْدِ بْنِ أَبِى وَقَّاصٍ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم: « مِنْ سَعَادَةِ ابْنِ آدَمَ اسْتِخَارَتُهُ اللَّهَ، وَمِنْ سَعَادَةِ ابْنِ آدَمَ رِضَاهُ بِمَا قَضَاهُ اللَّهُ، وَمِنْ شِقْوَةِ ابْنِ آدَمَ تَرْكُهُ اسْتِخَارَةَ اللَّهِ، وَمِنْ شِقْوَةِ ابْنِ آدَمَ سَخَطُهُ بِمَا قَضَى اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ ».
Sa‘d b. Ebu Vakkâs’ın (r.a.) bildirdiğine göre Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan hayır dilemek (istihâre) Âdemoğlunun bahtiyarlığına vesiledir. Allah’ın takdirine rıza göstermesi de Âdemoğlunun bahtiyarlığına sebep olur. Allah’tan hayır dilemeyi (istihâreyi) terk etmesi onun bedbahtlığına sebep olur. Allah’ın takdirine rıza göstermemesi de onun bedbahtlığına sebep olur.” [Zayıf] (Müsned, I, 168. Ayrıca bk. Tirmizî, III, 203) (Tercüme, V, 276)
7- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنِى أَبِى، حَدَّثَنَا رَوْحٌ، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ أَبِى حُمَيْدٍ، حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ سَعْدِ بْنِ أَبِى وَقَّاصٍ، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ جَدِّهِ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم: « مِنْ سَعَادَةِ ابْنِ آدَمَ ثَلاَثَةٌ، وَمِنْ شِقْوَةِ ابْنِ آدَمَ ثَلاَثَةٌ، مِنْ سَعَادَةِ ابْنِ آدَمَ؛ الْمَرْأَةُ الصَّالِحَةُ، وَالْمَسْكَنُ الصَّالِحُ، وَالْمَرْكَبُ الصَّالِحُ. وَمِنْ شِقْوَةِ ابْنِ آدَمَ؛ الْمَرْأَةُ السُّوءُ، وَالْمَسْكَنُ السُّوءُ، وَالْمَرْكَبُ السُّوءُ ».
İsmail b. Muhammed b. Sa‘d b. Ebi Vakkâs’ın babasından onun da dedesinden bildirdiğine göre Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Üç şey insanoğlunun mutluluğuna, üç şey de mutsuzluğuna sebeptir. Saliha bir hanım, güzel bir ev ve iyi bir binek, insanoğlunun mutluluk sebebidir. Kötü bir hanım, kötü bir ev ve huysuz bir binek de onun mutsuzluk sebebidir.” [Sahih] (Müsned, I, 168. Ayrıca bk. Tayâlisî, Müsned, 210; İbn Hibbân, Sahih, 4032) (Tercüme, XVI, 255)
Cennetten Bir Parça
8- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنِى أَبِى، حَدَّثَنَا حَسَنٌ، حَدَّثَنَا ابْنُ لَهِيعَةَ، حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ أَ
(3843)