Üç Anahtar Kavram: Tağut, Velâ ve Berâ

Muhammed Emin Yıldırım Hocamız, Akaid Medresesi’nde “Nübüvvet İkliminde İman” başlığı altında yapmakta olduğu programlarından üçüncüsünde “Üç Anahtar Kavram: Tağut, Velâ ve Berâ” konusunu işledi.

Ders Notları:

Kavramlar, akla daha doğru bir şekilde tasavvura takdim edilmiş temel verilerdir.

Hz. Peygamber’in (sas) kavramlara karşı tavırları şöyle olmuştur:

1. Aynen korudukları

Leyl, kadr, beşer, insan, tayyip, habis, mele, mütref vs…

2. Anlam daratlması veya genişlemesi ile kullandıkları

Sadaka, infak, millet, sırat, sebil, rüşd, fısk, sabır vs…

3. Yeni anlam idhali ile tedavüle koydukları

Kâr, kazanç, zarar, kayıp, başarı, takva, salat vs….

Kelime-i Tevhid’in ilk cümlesinin mesajları:

1. İmha olmadan, inşa olmaz.
2. Reddedilmeden, kabul edilmez.
3. Temizlemeden, davet gerçekleşmez.
4. Kazımadan, boya sürülmez.
5. Zararlı olan defedilmeden, yararlı olan celp edilemez.

İmha edilecek, red edilecek, temizlenecek, kazınacak ve zararlı olan defedilecek en önemli şeylerden biri tâğûttur.

Ehli Kitab’ın kendilerine gönderilen vahiy ile nasıl bir iletişim kurduklarına baktığımıza beş temel tavır sergilediklerini Kur’an’dan öğreniyoruz. Nedir bunlar?

1. “Yektumune” Gerçeği/Hakikati bile bile gizlemeleri

Söylenen, gelen şeylerin gerçek olduğunu bildikleri halde, bile bile bazı menfaatleri gözeterek gizlemeleri.

2. “Yuharrifune” Tahrif etmeleri

Ellerindeki kitabı değiştirip, kafalarına göre bir şeyler yazmaları ve elleriyle yazdıklarına bu Allah katındandır, deyip, insanlardan inanmalarını istemeleri.

3. “Yubeddilune” Kelimeleri değiştirmeleri

Vahyin içerisindeki bazı kelimeleri istedikleri biçimde yorumlayarak, ya bizzat o kelimeyi kaldırıp yerine başka kelime koymaları, ya da o kelimeye, kavrama Allah’ın yüklediği mananın ötesinde bir anlam yüklemeleri.

5. “Yuharrifune’l-kelime an mevadihi” Kelimeleri bağlamından koparmaları

Bu bizzat kelimeleri değiştirip yapılan bir tahriften ziyade, kelimeleri bulundukları bağlamdan, ait oldukları konumdan çıkarıp, anlamak istedikleri biçimde tevil ve tefsir etmeleri.

6. “Nesu” İlahî vahyi unutmaları, unuttukları içinde terk etmeleri

Kitaba veya kitabın içindeki bazı ayetleri unutmaları, onlara kapılarını kapatmaları, onu umursamayıp belli insanlara terk etmeleri…

Başta tâğût olmak üzere, birçok kavrama karşı sergilenen tavırlar:

1. Umursamayanlar
2. Unutanlar
3. Gizleyenler
4. Sloganlaştıranlar
5. Hakkını verenler

Sahabe’ye selim bir tevhid bilincini kazandırtan neydi?

1. Doğru ve güvenilir bir rehber
2. Hakikatin ağırlığına uygun bir üslup
3. Ön yargılardan uzak bir zihin

Tâğût sözlükte “azmak, sınırı aşmak” anlamındaki tuğvân (tuğyân) kökünden türeyen bir isim/sıfattır. Birçok sözlüğümüz tuğyan kelimesine, “aşırı derecede azgın ve mütecaviz” anlamını verirler. Buradan hareketle tağut, Allah’tan başka tapınılan ve hak yoldan saptıran her varlıktır. Puttur, şeytandır, kâhindir, sihirbazdır, şâridir, nefistir, hevâdır.

İbn Abbas’ın talebesi İmam Mücahid tâğûtu şöyle tarif ediyor: “Hüküm verme makamında olan ve Allah’ın iradesinin dışında hükümler veren insan suretinde şeytanlardır.”

“Allah’ın dışında ibadet edilen her şeydir.”
“Sapıklık ve azgınlıkta baş olandır.”

İmam Taberi’nin tarifi: “Benim yanımda tâğûtun tarifi şudur: Allah’a karşı haddi aşıp, ister kendi zorlaması ile ister istememesine rağmen insanların kendisine ibadet etmesine razı olandır.”

İbn Kayyım el-Cevziyye: “Kendisine ibadet edilmede, itaat edilmede, tabi olunmada haddi aşan kişidir.”

Dolayısı ile tağut; şahıstır, kurumdur, ideolojidir. Bazen siyasi bir liderdir, bazen bir cemaatin önünde olan şeyh veya mürşittir, bazen bir evde babadır, bazen bir düşüncenin mimarıdır, yani ideolojinin temsilcisidir.

Kur’ân-ı Kerîm, tuğyan kavramını otuz dokuz kez, tâğût kavramını ise sekiz kez kullanır.

Kur’an-ı Kerim’de tâğûtun geçtiği ayetlerin değerlendirilmesi ve alınması gereken mesajlar şöyledir:

1. Tâğût kavramını Kur’an, ilk kez Nübüvvetin 11. yılında Zümer Süresi’nin 17. ayetinde kullanır.

Kur’an-ı Kerim’de tağut kavramının geçtiği 8 ayetin nüzul sıralaması şöyledir:

Zümer Sûresi, 39/17
Nahl Sûresi, 16/36
Bakara Sûresi, 2/256, 257
Nisa Sûresi, 4/51, 60, 76
Maide Sûresi, 5/60

2. Tâğût kavramının kullanıldığı ilk ayette, Allah’a kul olanın tâğûta, tâğûta kul olanın Allah’a tam anlamı ile kul olamayacağı hakikati belirtilir.

“Tevhid, Allah’ın en hassas olduğu mevzudur.”

3. Tâğût kavramının kullanıldığı ilk ayette, tâğûta kulluktan kaçınıp, Allah’a kul olanlara çok büyük mükâfatlar müjdelenir.

“Tâğût’a kulluk etmekten kaçınan ve Allah’a içten yönelenlere ise; onlar için bir müjde vardır, öyleyse kullarıma müjde ver.” (Zümer, 39/17)

4. Tâğût kavramının nüzul sıralamasında geçtiği ikinci ayette, peygamberlerin ortak vazifesinin insanları tâğûta kulluktan sakındırıp, Allah’a kul olmaya davet etmeleri olduğu belirtilir.

“Andolsun ki biz, ‘Allah’a kulluk edin ve Tâğût’tan sakının’ diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin sonu nasıl olmuştur!” (Nahl, 16/36)

5. Tâğût kavramının geçtiği Medine döneminde ki ilk nazil olan ayette, tâğûtu inkar etmenin sağlam imana insanı taşıdığının altı çizilir.

“Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden (tamamen) ayrılmıştır. O halde kim tâğûtu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.” (Bakara, 256)

6. Tâğût kavramının geçtiği Bakara Sûresi’nin 257. ayetinde zikredilen mesajında, kendisine inanların karanlığa gömüleceği hakikati âleme duyurulur.

“Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğûttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürürler. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.” (Bakara, 257)

7. Tâğût kavramının Nisa Sûresi’nde geçtiği ilk ayette, tâğûtların ortak paydasının insanları haktan saptırmak olduğu belirtilir.

“Kendilerine Kitap’tan nasip verilenleri görmedin mi? Cibt’e ve Tâğûta (bâtıl tanrılara) iman ediyorlar, sonra da kâfirler için: ‘Bunlar, Allah’a iman edenlerden daha doğru yoldadır!” diyorlar!” (Nisa, 51)

“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i (İsa’yı) rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O’ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.” (Tevbe, 31)

8. Tâğût kavramının geçtiği Nisa Sûresi’nin 60. ayetinde, tâğûtun ne demek olduğuna dair çok önemli bir açıklama yapılır ve bu konuda ciddi bir uyarı ortaya konur.

“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğût’a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğût’un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Hâlbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.” (Nisa, 60)

“Zarûretler mahzurları/yasakları mübâh kılar.”

Zarûret halleri:

1. Yeme ve içme ile ilgili zarûretler.
2. Tedâvi ile ilgili zarûretler.
3. Öldürme veya hayati tehlikeler ile alakalı zarûretler.
4. Mülkiyete ve hukuka tecavüze sevkeden zarûretler.
5. Asılsız veya çirkin söz söylemeyi gerektiren zarûretler.

9. Tâğût kavramının geçtiği Nisa Sûresi’nin 76. ayetinde, inanların Allah yolunda, inkâr edenlerin tâğût yolunda savaşacakları belirtilir ve akıbetin ne olacağına dikkat çekilir.

“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tâğut (bâtıl davalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.” (Nisa, 76)

10. Tâğût kavramının geçtiği Maide Sûresi’nin 60. ayetinde, tâğûta inanmanın insanı nasıl aşağıların aşağısı kıldığı gerçeğinin altı çizilir.

“De ki: Allah katında, ‘kesinleşmiş bir ceza olarak’ bundan daha kötüsünü haber vereyim mi? Allah’ın kendisine lanet ettiği, ona karşı gazablandığı ve onlardan maymunlar ve domuzlar kıldığı ile tağuta tapanlar; işte bunlar, yerleri daha kötü ve dümdüz yoldan daha çok sapmışlardır.” (Maide, 60)

İmam Zeynelabidin çocuklarına hep şu sözü öğretiyordu: “Allah’a iman ettim ve tâğûtu inkâr ettim.” (Kitabü’l-Musannef fi Ehadis ve’l-eser, c.1, s. 306)

Amr b. Şuayb rivayet ediyor; Resûlullah (sas) rivayetle şöyle buyurdu: “Kim gece uyandığında on defa “Bismillah’’ on defa “Subhanallah’’on defa “Allah’a iman ettim ve tâğût’u inkâr ettim’’ derse korktuğu her şeyden emin olur ve hiçbir günah ona yetişecek büyüklükte olamaz.’’ (Taberani, el-Mu’cemü’l-Evsad, c. 6, s. 348)

“Velâ” kelimesi sözlükte sevmek, dostluk göstermek, yardım etmek, iki şey arasında tercihte bulunmak, azalarla destek vermek, müttefik olmak ve arkadaşlık yapmak manalarına gelmektedir.

“Berâ” kelimesi ise beri olmak, uzaklaşmak, mesafeli durmak gibi manalara gelmektedir. Velâ kelimesinin tam zıddıdır.

Dost ile Velâ, Düşman ile Berâ! olmalı…

Velâ ve Berâ konusunda dikkatle okunması gereken ayetler şunlardır:

Ali İmran, 28
Tevbe, 23, 71
Enfal, 72
Maide, 51, 55, 80, 81
Mücadele, 22
Mümtehine, 1

“Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.” (Mümtehine, 8)

“Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.” (Mümtehine, 9)

Velânın Gerektirdikleri

1-) Meşru bir gerekçe olmadığı sürece küfür diyarlarından Müslümanların diyarlarına hicret etmek.
2-) Müslümanların cemaatine katılmak, onlardan ayrılmamak.
3-) Kendisi için istediği iyilikleri Müslümanlara da istemek, kendisi için istemediği kötülükleri onlar için de istememek.
4-) Müslümanların kusur ve yanlışlıklarını araştırmamak, gizliliklerini düşmanlara haber vermemek ve onlara zarar vermekten uzak durmak.
5-) Düşmanları karşısında Müslümanlara destek vermek, onları yalnız bırakmamak, canla başla onlara yardım etmek.
6-) Müslümanlardan hasta olanları ziyaret etmek, cenazelerine katılmak, nezaketle davranmak, dua etmek, bağışlanmalarını dilemek, zayıflarına yardım etmek, selam vermek, muamelatta onları aldatmamak, mallarını haksız yere yememek ve üç günden fazla küs durmamak.
7-) Müslümanların mukaddesatına ilişmemek. Örneğin onların mallarına, canlarına ve ırzlarına dokunmak ve zulmetmekten, sövmekten, gıybet yapmaktan, laf taşımaktan ve su-i zanda bulunmaktan uzak durmak gibi.

Berânın Gerektirdikleri

1-) Şirkten, küfürden, kâfir ve müşriklerden nefret etmek, onlara karşı düşmanlık beslemek; onların bizzat kendilerinden, küfür, şirk ve inançlarından, kanunlarından, şirke dayalı sistemlerinden, ilahlarından ve Allah’tan başka tapmış oldukları mabutlardan beri olduğunu ve bunların hiçbirisinden razı olmadığını ilan etmek.
2-) Küfre girmiş insanları dost, yardımcı, önder, lider, yönetici edinmemek; onlara sevgi beslememek ve onlardan uzak olmak.
3-) Küfrü hoş göstermemek, onların sayısını ve gücünü överek anlatmamak, onların güçlerinin fazlalığına sık sık vurgu yaparak, Müslümanlara korku salmamak.
4-) Dinî ve dünyevî yönden onlara benzememek. Onların sembollerini kullanmamak.
5-) Onları bazı dünyevi meselelerde ama tüm dini mesellerde sırdaş edinmemek.
6-) Kâfirlerin bayram ve törenlerine katılmamak, onlara ait günleri kutlamamak.
7-) Kâfirler için bağışlanma ve istiğfarda bulunmamak.
8-) Kâfirlere yağcılık, dalkavukluk ve yalakalık yapmamak, onların batıllarına ve kötü fiillerine sessiz kalmamak.
9-) Kâfirlerin hakemliğine müracaat etmemek, onların hükümlerine rıza göstermemek, onlara tabi olmamak ve peşlerinden gitmemek.
10-) Kâfirlerin emir ve yasaklarına uymamak.
11-) Kendileri ile karşılaştığımız zaman İslam’ın selamı ile onları selamlamamak.

“Üç çeşit zulüm vardır. Zulüm vardır ki, Allah onu bırakmaz (affı yoktur)! Zulüm vardır ki onu mağfiret eder, af eder. Zulüm vardır ki, onu kendisi mağfiret etmez. Bağışlanmayan zulüm Allah’a şirk koşulan zülümdür; Allah bunu asla affetmez. Mağfiret edilen zulüm odur ki, kul ile Allah arasındaki zulümlerdir. Kulun günah işleyerek zulme düşmesidir. Allah bunları mağfiret edebilir. Mağfiret edilmeyen zülüm ise kulların birbirlerine yaptıkları zulümlerdir. Allah birinin hakkını ötekinden alır.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. 43, s. 155; Ebû Davud et-Tayalisi, Müsned, c. 2, s. 532)

(4904)