Sahabe ve Hadis Rivayeti / Tirmizi: Hac Bölümü

Sahabe ve Hadis Rivayeti

Ashabın Hadis Rivayetinde Gösterdiği Titizlik

Hadis rivayetine ve dolayısıyla hadis ilimlerinin gelişmesine tesir eden gerçek etken tebliğ görevidir. Akla gelen odur ki; bu görev, bütün sahabîleri sürekli hadis rivayetine sevk etmiştir. Herkes her fırsatta hadis rivayet etmiştir. Netice olarak da Resûlullah (s.a.v.) ile birliktelikleri uzun süren ashabın büyükleri daha çok hadis rivayet etmişlerdir. Hatta bu konuda tebliğ faziletine kavuşabilmek için öyle kılı kırk yararcasına bir dikkate de gerek duymamışlardır.

Her ne kadar tebliğ ile ilgili tavsiye ve teşviklere baktığımızda böyle düşünmenin “tabiî” olduğu izlenimini edinsek de tarihi gerçekler hiç de böyle değildir. Bir kere tebliğ, her duyduğunu her vesile ile her önüne gelene söylemek değildir. Onun da kendine has kural ve kayıtları vardır. Özellikle tebliğ konusu Hz. Peygamber’e ait sözler, açıklamalar, hükümler ise, mesele daha da dikkat ve titizlik ister.

Tesebbüt

Tebliğ görevi ve fazileti kadar, ashabı kiramın öğrendiği bir gerçek de “bile bile Resûlullah’a isnad ederek yalan uydurmanın cehennemdeki yerine hazır olmak” anlamına geldiğiydi. Hem tebliğ teşviki hem de tebliğe getirilen bu sınırlama ve aksi davranışa yöneltilen bu ciddi tehdid ashabda “tesebbüt” diye isimlendirilen davranışın prensipleşmesini sağlamıştır. Tesebbüt, “ihtiyatlı davranıp kesin kanaat edinmedikçe hadisi nakletmeye kalkışmamak” demektir.

Gerçekten de ashab, öğrenme ve öğretme hırslarına rağmen, yanılma ihtimali ve hadisteki yanılmanın tehlikesinin de büyük olacağı düşüncesiyle fazla hadis rivayet etmeyi hoş görmemişlerdir. Buharî’nin rivayetine göre Abdullah b. Zübeyir (r.a.) bir gün babası Zübeyir b. Avvam’a:

– Başkaları gibi senin de Resûlullah’dan birşey rivayet ettiğini görmüyorum. Acaba neden? diye sorar. Babası:
– Bilesin ki, ben Resûlullah’dan hemen hiç ayrılmadım, hep onunla beraber bulundum. Lakin “kim bana yalan isnad ederse cehennemdeki yerine hazırlansın” buyurduğunu işittim ve ondan dolayı susmayı tercih ediyorum” cevabını verir.

Hatta Zübeyir b. Avvâm (r.a.) bu hadiste bile bile veya kasten demek olan müteammiden kelimesinin bulunmadığı, binaenaleyh uydurma sözün Resûlullah’a bile bile isnad edilmesi ile kasıtsız olarak isnad edilmesi arasında fark olmadığı görüşündedir.

Ashabın büyüklerinden birçoklarının rivayeti bu ve benzeri görüş ve sebeplere dayalı olarak gerçekten kendilerinden beklenenin çok altındadır.

Tesebbüt Örnekleri

Tesebbüt, yani, hadisin sübutu konusunda kesin kanaat edinme ve ondan sonra rivayet etme titizliği, Hulefa-i Râşidîn’in müşterek devlet polikası haline getirilmiştir.

Örnek – 1 : Mesela Hz. Ebubekir genel olarak az hadis rivayet edilmesi tavsiyesinin yanında, icraatıyla da bu konuya dikkat çekmiştir. Bir keresinde bir kadın, torununun mirasından pay almak için kendisine müracaat etmişti. “Sana bir şey verileceğine dair Allah’ın kitabında bir ayet görmüyorum. Resûlullah’ın da buna dair bir şey buyurduklarını bilmiyorum.” cevabını verdikten sonra orada bulunanlara sordu. Muğire b. Şu`be ayağa kalkarak “Resûlullah (s.a.), nineye altıda bir hisse verdi” dedi. Bu defa Hz. Ebubekir; “Senden başka bunu bilen var mı?” diye sordu. Muhammed b. Mesleme (r.a.) kalkıp, kendisinin de böyle bildiğini söyledi. Bunun üzerine Hz. Ebubekir o kadına altıda bir pay verdi.
Bu, onun tesebbüt ve taharriyi (araştırmayı) prensip edindiğini göstermektedir.

Örnek – 2 : Hz. Ömer de az hadis rivayet edilmesini tavsiye eder, çok hadis rivayet edenlere pek kızardı. Birgün Ebu Muşa el-Eş`arî (r.a.) Hz. Ömer’i ziyarete gelmişti. Üç kez kapıyı çalıp selam verdi. İçeriden cevap çıkmayınca dönüp gitti. Emîru’l-mü’minîn, onun arkasından adam gönderdi. İzin vermesi geciktiği için kızıp gittiğini sanarak “Niçin dönüp gittin?” diye çıkıştı. Ebu Musa da “Resûlullah’ın ‘biriniz üç kere selam verip izin isteyince cevap alamazsa dönsün’ buyurduğunu işittim” dedi. Hz. Ömer, “Ya bu dediğini delille isbat edersin, yahut da sana yapacağımı bilirim!” diye gürledi.
Ebu Musa, renkten renge girdi, şaşırdı. Bu haliyle ashab-ı kiramın yanına geldi. “Sana ne oldu” diye sordular. Durumu anlattı ve “İçinizde bu hadisi işitmiş olan kimse yok mu?” diye sordu. Hepsi de “İşittik” dediler ve içlerinden en genç olan sahabîyi yanına vererek halifeye gönderdiler. Halife Hz. Ömer, bu gelişme karşısında, davranışının maksadını şöyle açıkladı:
“Ben seni yalan söylüyor diye itham etmek istemedim. Lakin rastgele kimseler Resûlullah’a (s.a.) isnad ederek söz uydururlar diye korktum.”

Bu kadar titiz davranan Hz. Ömer’in hiç rivayeti yok sanılmamalıdır. Gerektiğinde o da öteki sahabîler gibi tam olarak bildiği hadisleri rivayet etmiş ve kendisinden bize 500 kadar hadis intikal etmiştir. Zira Hz. Ömer’in tebliğ görevini ihmal etmesi düşünülemezdi.

Örnek – 3 : Hz. Ali’nin de raviye yemin teklif ettiği, “… Gökten yere düşmek benim için Resûlullah’a yalan isnad etmekten daha hayırlıdır” dediği meşhurdur.
Ancak halifelerin bu davranışları istisnası olmayan davranışlar değildir. Şahit istenmeyen, yemin teklif edilmeyen olaylar da vardır. Bu da gösteriyor ki onlar bu konuda ihtiyata riayet edilmesi fikrini ve alışkanlığını yerleştirmek istiyorlardı. Yoksa hadis rivayetine mani olmak gibi bir düşünce ile böyle hareket ediyor değillerdi.

Tesebbüt prensibi ve uygulaması ashabın büyükleri tarafından da ferdi olarak icra edilmiştir. Bu sadece halifelere ait bir uygulama değildir. Konuya ait misal ve olaylar kitaplarımıza intikal etmiştir. Bunlardan özellik arzeden bazı misaller vermekte bu konudaki titizliğin anlaşılması bakımından fayda görmekteyiz.

Örnek – 4 : Abdullah b. Mesud’un (r.a.) hadis rivayet ederken damarları şişer, terler, gözleri yaşarır ve titrerdi. Rivayeti bitirdiği zaman da “Resûlullah böyle veya buna yakın ya da buna benzer bir lafızda buyurdu” ihtiyat cümlelerini ilave etmeyi ihmal etmezdi. Bu ihtiyatı birçok sahabîde görmekteyiz.

Günler, hatta aylar geçtiği halde hiç hadis rivayet etmeyen sahabîlerin mevcudiyetini yine sahabîlerin şehadetlerinden öğrenmekteyiz.

Bu sözlerimiz, hiçbir zaman, çok hadis rivayet etmiş olan sahabîlerin “Kim bana isnad ederek bile bile yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın” hadisene aldırış etmedikleri anlamına asla gelmez. Onlar bu hadisi bile bile rivayetlerini hatasız olarak ve gönül huzuruyla sürdürme gayreti içinde olmuşlardır. Bu biraz da insanın yaratılışıyla ilgili bir meseledir. Nitekim halife Hz. Ömer, en çok hadis rivayet etmiş olan Ebu Hüreyre’yi çağırıp “Biz fülanın evinde bulunduğumuz sırada sen de var mıydın?” diye sormuştur. Cevap “Evet” olunca, bu defa “Peki, bu soruyu sana niçin sordum biliyor musun?” demiştir. Ebu Hüreyre (r.a.) de “Evet, biliyorum. O gün Resûlullah (s.a.v.), ‘Bana bile bile yalan isnad eden cehennemdeki yerine hazırlansın’ buyurmuştu” deyince Hz. Ömer: “Öyleyse git (istediğin kadar) hadis rivayet et!” demiştir.

Ashab-ı kiram, umumiyetle, aynı dikkat ve titizliğe sahip olmakla beraber birbirlerinin de rivayetlerini kontrol etmişlerdir. hatta bazen bu kontrol, haberi ilk kez verdiği bilinen üçüncü kişiye, ya da o meseleyi en iyi bilmesi muhtemel olana sorup tahkik etmek şeklinde olmuştur. Her iki halin misalleri pek çoktur. Kendisine sorulan veya arz edilen rivayetler hakkında Hz. Aişe’nin yaptığı düzeltmeler, Bedrettin ez-Zerkeşî (794/1391) tarafından el-İcâbe adlı bir kitapta toplanmış bulunmaktadır.

Ashabın Değişik Sayıda Hadis Rivayet Etmesinin Sebepleri

Yukarıdan beri sözünü ettiğimiz titizlik, dikkat ve ihtiyatın yanında, ashab-ı kiram’ın değişik sayıda hadis rivayet etmesinde tesiri görülen önemli bazı sebepler daha bulunmaktadır. Hatta bu sebepleri bilmeden meseleyi doğru olarak kavramak mümkün değildir. Bu sebepler şöylece sıralanabilir.

1. İslam’a Girme Zamanı: Her şeyden önce bilinen tarihi bir gerçektir ki, ashabın hepsi aynı anda Müslüman olmuş değillerdir. Farklı zamanlarda Müslüman olanların, nakledeceği bilgilerin farklı olması pek tabiîdir.

2. Rasulüllah İle Birliktelik: Hz. Peygamber’i bir veya iki kere görüp memleketine dönen bedevî Müslümanlar olduğu gibi ondan hemen hiç ayrılmayanlar da vardı. Hz. Peygamber’le beraber olma imkanı ile orantılı olarak sünnet kültürüne vakıf olunacağı açıktır.

3. Çalışanlar-Talebe Olanlar: Keza eshabın birçokları iş-güç sahibi kişiler olup işlerinde çalışıyorlardı. Kimleri de karın tokluğuna Hz. Peygamber’in meclisinde bulunuyorlardı. En çok rivayet etmiş olan Ebu Hüreyre (r.a.) bu ikinci gruptandı.

4. Yazanlar-Ezberleyenler: Bazı hadisleri yazıyor, birçokları da yazmıyorlardı.

5. Duaya Mazhar Olanlar: Bazıları hakkında Hz. Peygamber dua etmiş, onları ilim-irfan sahibi kılmasını Allah’dan dilemişti. Yine bilinen kesin bir gerçek var ki, Hz. Peygamber’in duası Allah katında makbuldür.

6. Saadet Asrında Yaşama Süresi: Ashab-ı kiramın bir kısmı Hz. Peygamber hayatta iken, bazıları onun vefatından hemen sonraki yıllarda vefat etmişlerdir. Bazıları da uzun süre yaşamışlardır. Hayatta kalma süreleri daha uzun olan genç sahabîler, yaşadıkları sürece, ihtiyaca bağlı olarak tabiî ki daha çok hadis nakletme durumunda kalmışlardır.

7. İlim Merkezinde İkâmet: Hz. Peygamber’den sonra sahabîler muhtelif yörelere dağılmışlardır. Bazıları da Mekke-Medine gibi İslam merkezlerinde kalmışlardır. Bu merkezlere gelip-gidenlerin fazla olması, orada bulunan sahabîlerin daha çok hadis rivayet etmelerine vesile olmuştur. Bunun en açık misali Ebu Hüreyre ve Abdullah b. Amr b. As’dır. Şöyle ki; Ebu Hüreyre bir sözünde, Abdullah’dan başka kimsenin kendinden daha fazla hadis bilmediğini söyler, sebebi de “o yazardı, ben yazmazdım” diye açıklar. Buna rağmen Ebu Hüreyre, her sahabînin rivayetlerini konularına göre fıkhî bir tertibe koyan ve böylece bir hadisin değişik yerlerde tekrarına imkan sağlayan karma bir sistemle kitabını telif etmiş olan Baki b. Mahled’in (276/889) müsnedine göre 5374 hadis rivayet etmiş, Abdullah’ın rivayeti ise, 1000’e bile ulaşmamıştır. Bunun sebebini Nevevî, ilimde çevre faktörüne işaretle şöyle dile getirir:

“Abdullah’dan gelen rivayet azdır. Çünkü o, (Mısır fatihi olan babasıyla birlikte) Mısır’da yaşamıştır. Ebu Hüreyre ise Medine gibi zamanın en hareketli İslam merkezlerinde bulunmuştur. Medineye gelip-gidenler Ebu Hüreyre’den pek çok hadis rivayet etmişlerdir.”

8. İlme Yatkınlık: Herkesin ilim öğrenmek, nakletmek ve öğretmekte fıtrî kabiliyetleri aynı değildir. Bu yetenek farklılığı da rivayet sayısına müessir olmuştur.

9. İhtiyaç Duyulduğunda Hadis Rivayeti: Sahabeden bazıları da bildiklerini ihtiyaç halinde söyler, bunun dışında susmayı tercih ederlerdi. Hatta bazıları da bir soru sorulduğu zaman, suale sebep olan hadisenin gerçekten vaki olup-olmadığını araştırırlar, olay olmuşsa hükmünü açıklarlar, değilse farazî (varsayılan) meseleler hakkında konuşmazlardı.

10. Her Rivayetin Ortaya Çıkmaması: Ayrıca her sahabînin rivayet ettiği her hadisin, güvenilir yollardan sahih hadis kitapları müelliflerine kadar ulaşmış olduğu da mutlak olarak iddia edilemez.

Çok Rivayeti Olana Uydurmuş Denilebilir mi?

Bütün bu tabiî sebepleri görmezden gelerek, ashabın büyüklerinin daha fazla hadis rivayet etmiş olmaları gerektiği varsayımından hareketle, genç sahabîlerin çok hadis rivayet etmiş olmalarını şüphe ve tereddütle karşılamak doğru değildir. Hele hele daha da ileri gidip çok hadis rivayet etmiş olmaları uydurma rivayetlerde bulunmakla itham etmeye kalkışmanın cehalet ya da sünnet düşmanlığından başka hiçbir anlamı olamaz.

Şu da unutulmamalıdır ki, ashabın sünnet bilgisi rivayet ettikleri hadis sayısıyla ölçülemez. Çok hadis bildiği şüphesiz olan birçok sahabî, yukarıda saymaya çalıştığımız şahsi kaygılar ve sebeplere bağlı olarak fazla hadis rivayet etmemişlerdir. Bazıları için bu sebeplere devlet yönetimiyle meşguliyet engelini eklememiz gerekmektedir. Mesela dört halife bunlardandır. Hz. Peygamber’in en yakın mesai arkadaşları ve ilk Müslümanlardan olmalarına rağmen onlar, gerek Hz. Peygamber zamanında, gerekse (ve bilhassa) ondan sonraki dönemde devlet işleriyle uğraşmaları sonucu, hadis rivayetine pek vakit bulamamışlardır. Binaenaleyh rivayet ettikleri hadis sayısı onların sünnet bilgilerini göstermez.

Sahabe neslinden gerek çok, gerek az hadis rivayet edenler, hepsi Peygamber ve sünnet anlayışları çerçevesinde derin bir sorumluluk duygusu, ilmi titizlik ve dini dikkat içinde olmuşlardır. O neslin anlayışı ve dini yaşayışı kavranmadan bugünün şartlarına göre onlar hakkında hüküm vermek doğru olmaz. İslam ümmeti tarafından udûl (adil kişiler) olarak kabul edilmiş olan bu nesli, ancak kendi şartları içinde değerlendirmek gerekir. Bu noktada gösterilecek titizlik de bize ve konunun araştırıcılarına ait bir özellik olmalıdır.

Sonra, “falan zat neden çok öğrenmiş ve öğretmiş?” gibi bir tenkid, hiçbir zaman makul karşılanamaz. Hele hele çok bilmeyi, uydurma ve yalana delil kabul etmenin izahı hiç mi hiç mümkün değildir.

Ayrıca şu da bilinmelidir ki, hadis rivayetinde gösterilen dikkat ve titizlik sadece sahabeye ait değildir. Daha sonraki Müslüman nesillerde de pek titiz ve dikkatli davranan raviler çoktur. Biz konuyu dağıtmamak için sadece ashabdan misal vermekle yetindik.

İslamın siyasi tarihi içinde en mümtaz yer ve en büyük şerefe sahip olan ashabı kiram, İslam ilimlerinin anası kabul edilen hadis ilminin doğup gelişmesinde de en büyük hizmet payına sahiptir. Bu sebeple de “en hayırlı nesil” olarak İslam tarihindeki yerlerini almışlardır. (Allah hepsinden razı olsun…)

Sahabîlerin hadis rivayeti konusunda gösterdikleri müstesna dikkat ve verdikleri üstün hizmet detaylı bir şekilde Prof. Dr. Nevzat Aşık’ın “Sahabe ve Hadis Rivayeti” adlı doktora tezinde incelenmiştir. Konu hakkında geniş bilgi almak isteyenler bu kitaba müracaat edebilirler.

Bu çalışmada çoğunlukla İ.L.Çakan’ın Ana Hatlarıyla Hadis adlı eserinden istifade edilmiştir.
Buhârî, İlim, 38
Bk. Zehebî, Tezkire, I, 2
Buhârî, İsti’zan, 13; Ebu Davud, Edeb, 128
İbn Hacer, İsabe, IV, 209
el-İcâbe li İradî Mestedrekethü Aişetu Ale’s-Sahâbe, thk. Saîd el-Efgânî, Beyrut, 1970
Bk. Zehebî, Siyer, XIII, 291; A. Naim, Tecrîd Tercümesi (Mukaddime), I, 131
İzmir 1981
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
كِتَاب الْحَجِّ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

______________________________________________________________________________

Hac Bahsi
بَاب مَا جَاءَ فِي ثَوَابِ الْحَجِّ وَالْعُمْرَةِ

Hac ve Umre Sevabı
1 (810)- حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ وَأَبُو سَعِيدٍ الْأَشَجُّ قَالَا: حَدَّثَنَا أَبُو خَالِدٍ الْأَحْمَرُ، عَنْ عَمْرِو بْنِ قَيْسٍ، عَنْ عَاصِمٍ، عَنْ شَقِيقٍ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ قَالَ:
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: تَابِعُوا بَيْنَ الْحَجِّ وَالْعُمْرَةِ، فَإِنَّهُمَا يَنْفِيَانِ الْفَقْرَ وَالذُّنُوبَ كَمَا يَنْفِي الْكِيرُ خَبَثَ الْحَدِيدِ وَالذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ، وَلَيْسَ لِلْحَجَّةِ الْمَبْرُورَةِ ثَوَابٌ إِلَّا الْجَنَّةُ.
قَالَ: وَفِي الْبَاب عَنْ عُمَرَ، وَعَامِرِ بْنِ رَبِيعَةَ، وَأَبِي هُرَيْرَةَ، وَعَبْدِ اللَّهِ بْنِ حُبْشِيٍّ، وَأُمِّ سَلَمَةَ، وَجَابِرٍ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: حَدِيثُ ابْنِ مَسْعُودٍ حَدِيثٌ حَسَنٌ غَرِيبٌ مِنْ حَدِيثِ ابْنِ مَسْعُودٍ.

1. Abdullah b. Mesud’dan (r.a.) rivayete göre, şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Hac ve Umreyi ardı ardına yapınız. Çünkü tıpkı körüğün, demir, altın ve gümüşün pasını giderdiği gibi, hac ve umre de günahları ve fakirliği giderir. Kabul edilmiş haccın sevabı ise ancak cennettir.”
Ebu İsa: “İbn Mesud’un bu hadisi hasen ğarib’dir” demiştir.
Nesâî, Menasik, 6

Açıklama
Haccın ömürde bir defa yapılması, durumu müsait olanlar için farz bir ibadettir. Bir defa yapıldıktan sonra farz olan hac yerine getirilmiş olur. Birden fazla yapılan hac nafile olur. Umre ibadeti ise nafiledir. Hem nafile hac hem de umrenin yapılmasını Hz. Peygamber tavsiye etmektedir. Çünkü hacda arafatta bulunan kişi bütün günahlarından temizlenir. İki umre, büyük günahlar dışında, aralarında işlenen günahlara keffaret olur. Ayrıca hadiste, hac ve umrenin fakirliği gidereceğine işaret edilmiştir. Parasını Allah’ın rızası kazanmak için o yolda harcayanları Allah fazlından zengin kılacağı anlaşılmaktadır.

Fıkhu’l-Hadis
Şer’an zengin sayılan kişiye ömründe bir defa hac yapması farzdır. Bunun dışında yaptığı hac ve yapacağı umreler nafiledir.

2 (811)- حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِي عُمَرَ، حَدَّثَنَا سُفْيَانُ بْنُ عُيَيْنَةَ، عَنْ مَنْصُورٍ، عَنْ أَبِي حَازِمٍ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قَالَ:
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ حَجَّ؛ فَلَمْ يَرْفُثْ، وَلَمْ يَفْسُقْ، غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: حَدِيثُ أَبِي هُرَيْرَةَ حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ. وَأَبُوحَازِمٍ كُوفِيٌّ، وَهُوَ الْأَشْجَعِيُّ، وَاسْمُهُ سَلْمَانُ مَوْلَى عَزَّةَ الْأَشْجَعِيَّةِ.

2. Ebu Hüreyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.) buyurdu:
“Her kim hacceder ve bu yaptığı hac süresince her türlü kötü sözden ve Allah’ın çizdiği dosdoğru yolundan dışarı çıkmak gibi bir suç işlemezse geçmiş günahları affedilir.”
Ebu İsa: “Ebu Hüreyre’nin bu hadisi hasen sahih’dir” demiştir.
Buharî, Hac, 4; Müslim, Hac, 79

Fıkhu’l-Hadis
Şartlarına uygun yapılan hac, kişinin bütün günahlarına keffarettir.

بَاب مَا جَاءَ فِي التَّغْلِيظِ فِي تَرْكِ الْحَجِّ

Haccı Terketmenin Günahı
3 (812)- حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى الْقُطَعِيُّ الْبَصْرِيُّ، حَدَّثَنَا مُسْلِمُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ، حَدَّثَنَا هِلَالُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ مَوْلَى رَبِيعَةَ بْنِ عَمْرِو بْنِ مُسْلِمٍ الْبَاهِلِيِّ، حَدَّثَنَا أَبُو إِسْحَقَ الْهَمْدَانِيُّ، عَنْ الْحَارِثِ، عَنْ عَلِيٍّ قَالَ:
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ مَلَكَ زَادًا وَرَاحِلَةً تُبَلِّغُهُ إِلَى بَيْتِ اللَّهِ، وَلَمْ يَحُجَّ، فَلَا عَلَيْهِ أَنْ يَمُوتَ يَهُودِيًّا أَوْ نَصْرَانِيًّا، وَذَلِكَ أَنَّ اللَّهَ يَقُولُ فِي كِتَابِهِ
{ وَلِلَّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنْ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلًا }
قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ غَرِيبٌ، لَا نَعْرِفُهُ إِلَّا مِنْ هَذَا الْوَجْهِ، وَفِي إِسْنَادِهِ مَقَالٌ. وَهِلَالُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ مَجْهُولٌ، وَالْحَارِثُ يُضَعَّفُ فِي الْحَدِيثِ.

3. Hz. Ali’den (r.a.) rivayet edildiğine göre, resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Mekke’ye gidebilecek kadar binit ve azık imkânı olup da haccetmeyen kimsenin Yahudi veya Hıristiyan olarak ölmesinin ne önemi vardır. Çünkü Allah kitabında ‘…Kâbeyi haccetmek gücü yeten tüm Müslümanların yerine getirmek zorunda oldukları bir görevdir. Kim bu vazifeyi inkar edip yapmazsa bilsin ki, Allah tüm alemlerden bağımsız olup her bakımdan kendi kendine yeterlidir.’ (Âl-i İmran, 97)”Tirmizî

Açıklama
Üzerine hac farz olup da hac ibadeti yerine getirmeyen, haccı gerekli görmeyen kişiler bu hadiste çok korkutucu tehdit bulunmaktadır. Zira Allah’ın ermenin kasıtlı olarak yerine getirilmemesi emrin sahibine baş kaldırı ve isyan demektir. Allah’a isyan eden kişi dinin sınırlarından çıkmış demektir. Artık bu kişi Müslüman olmadıktan sonra, hangi dine ve görüşe intisap ettiği önemli değildir. Çünkü Allah katında geçerli tek din İslam dinidir.

Fıkhu’l-Hadis

بَاب مَا جَاءَ فِي إِيجَابِ الْحَجِّ بِالزَّادِ وَالرَّاحِلَةِ

Haccın Farz Olmasının Şartları
4 (813)- حَدَّثَنَا يُوسُفُ بْنُ عِيسَى، حَدَّثَنَا وَكِيعٌ، حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ يَزِيدَ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عَبَّادِ بْنِ جَعْفَرٍ، عَنْ ابْنِ عُمَرَ قَالَ:
جَاءَ رَجُلٌ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ! مَا يُوجِبُ الْحَجَّ؟ قَالَ: الزَّادُ، وَالرَّاحِلَةُ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ. وَالْعَمَلُ عَلَيْهِ عِنْدَ أَهْلِ الْعِلْمِ؛ أَنَّ الرَّجُلَ إِذَا مَلَكَ زَادًا وَرَاحِلَةً وَجَبَ عَلَيْهِ الْحَجُّ. وَإِبْرَاهِيمُ هُوَ ابْنُ يَزِيدَ الْخُوزِيُّ الْمَكِّيُّ، وَقَدْ تَكَلَّمَ فِيهِ بَعْضُ أَهْلِ الْعِلْمِ مِنْ قِبَلِ حِفْظِهِ.

4. İbn Ömer’den (r.a.) rivayete göre şöyle demiştir: Bir adam Resûlullah’a (s.a.) gelerek:
“Ey Allah’ın Resûlu! Haccı farz kılan şey nedir?” diye sordu. Resûlullah (s.a.) de: “Azık ve binit imkanının bulunması” cevabını verdi.
İbn Mâce, Menasik, 6; Buharî, Hac, 1

Açıklama
Hac kimlere farzdır? Sorusunu sorarak da bu hadisi anlamak mümkündür. Geçinecek kadar ve gidip-gelecek kadar mala sahip olan kişi yolculuk imkanı bulduğunda hacca gitmesi o kişiye farz olur.

Fıkhu’l-Hadis
Hac, şer’an zengin sayılıp hacca gidecek güçte olana farz kılınmıştır.

بَاب مَا جَاءَ كَمْ فُرِضَ الْحَجُّ

Hac Kaç Kere Farzdır
5 (814)- حَدَّثَنَا أَبُو سَعِيدٍ الْأَشَجُّ، حَدَّثَنَا مَنْصُورُ بْنُ وَرْدَانَ، عَنْ عَلِيِّ بْنِ عَبْدِ الْأَعْلَى، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ أَبِي الْبَخْتَرِيِّ، عَنْ عَلِيِّ بْنِ أَبِي طَالِبٍ قَالَ:
لَمَّا نَزَلَتْ
{ وَلِلَّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنْ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلًا }
قَالُوا: يَا رَسُولَ اللَّهِ! أَفِي كُلِّ عَامٍ؟ فَسَكَتَ، فَقَالُوا: يَا رَسُولَ اللَّهِ! فِي كُلِّ عَامٍ؟ قَالَ: لَا! وَلَوْ قُلْتُ نَعَمْ، لَوَجَبَتْ. فَأَنْزَلَ اللَّهُ:
{ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَسْأَلُوا عَنْ أَشْيَاءَ إِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْ }
قَالَ: وَفِي الْبَاب عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ، وَأَبِي هُرَيْرَةَ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: حَدِيثُ عَلِيٍّ حَدِيثٌ حَسَنٌ غَرِيبٌ مِنْ هَذَا الْوَجْهِ. وَاسْمُ أَبِي البَخْتَرِيِّ؛ سَعِيدُ بْنُ أَبِي عِمْرَانَ، وَهُوَ سَعِيدُ بْنُ فَيْرُوزَ.

5. Ali b. Ebi Talib’den (r.a.) rivayete göre, şöyle demiştir:
“…Kâbeyi haccetmek, gücü yeten tüm Müslümanların yerine getirmek zorunda oldukları bir görevdir.’ (Âl-i İmran 97) ayet nazil olunca, kimileri şöyle dediler: ‘Ey Allah’ın Resûlul! Her sene mi?’ Resûlullah (s.a.) sustu, onlar yine sordular ‘Her sene mi?’Bunu üzerine Resûlullah (s.a.) sustu, onlar yine sordular: “Her sene mi?” Bunun üzerine Resûlullah (s.a.): “Hayır” dediler. “Evet deseydim her sene farz olacaktı.” Bunun üzerine Allah, şu ayeti indirdi: “Ey iman edenler, açıklandığı zaman size zorluk verip üzecek şeyleri sormayın…” (Maide, 101)
Ebu İsa: “Ali’nin hadisi bu tarikle hasen ğarib’dir” demiştir.
İbn Mace . Menasik: 2

Açıklama
Haccın ömürde kaç defa yapılacağını soran kişiye verilen cevaptan, bir defa farz olduğu bu hadisten anlaşılmaktadır.
Aynı zamanda hadiste Resûlullah’ın (s.a.) hüküm koyma yetkisine işaret vardır.

Fıkhu’l-Hadis
Üzerine hac farz olmuş kişilerin ömürde bir defa hac yapması yeterlidir. Bunun dışında yapılan haclar nafile olarak değerlendirilmektedir.

بَاب مَا جَاءَ فِي فَضْلِ التَّلْبِيَةِ وَالنَّحْرِ

Telbiye ve Kurban Kesmenin Fazileti
6 (828)- حَدَّثَنَا هَنَّادٌ، حَدَّثَنَا إِسْمَعِيلُ بْنُ عَيَّاشٍ، عَنْ عُمَارَةَ بْنِ غَزِيَّةَ، عَنْ أَبِي حَازِمٍ، عَنْ سَهْلِ بْنِ سَعْدٍ قَالَ:
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَا مِنْ مُسْلِمٍ يُلَبِّي، إِلَّا لَبَّى مَنْ عَنْ يَمِينِهِ أَوْ عَنْ شِمَالِهِ مِنْ حَجَرٍ أَوْ شَجَرٍ أَوْ مَدَرٍ، حَتَّى تَنْقَطِعَ الْأَرْضُ مِنْ هَاهُنَا وَهَاهُنَا.
حَدَّثَنَا الْحَسَنُ بْنُ مُحَمَّدٍ الزَّعْفَرَانِيُّ وَعَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ الْأَسْوَدِ أَبُو عَمْرٍو الْبَصْرِيُّ قَالَا: حَدَّثَنَا عَبِيدَةُ بْنُ حُمَيْدٍ، عَنْ عُمَارَةَ بْنِ غَزِيَّةَ، عَنْ أَبِي حَازِمٍ، عَنْ سَهْلِ بْنِ سَعْدٍ، عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَحْوَ حَدِيثِ إِسْمَعِيلَ بْنِ عَيَّاشٍ.
قَالَ: وَفِي الْبَاب عَنْ ابْنِ عُمَرَ، وَجَابِرٍ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: حَدِيثُ أَبِي بَكْرٍ حَدِيثٌ غَرِيبٌ لَا نَعْرِفُهُ إِلَّا مِنْ حَدِيثِ ابْنِ أَبِي فُدَيْكٍ عَنْ الضَّحَّاكِ بْنِ عُثْمَانَ. وَمُحَمَّدُ بْنُ الْمُنْكَدِرِ لَمْ يَسْمَعْ مِنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ يَرْبُوعٍ، وَقَدْ رَوَى مُحَمَّدُ بْنُ الْمُنْكَدِرِ عَنْ سَعِيدِ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ يَرْبُوعٍ عَنْ أَبِيهِ غَيْرَ هَذَا الْحَدِيثِ، وَرَوَى؛ أَبُو نُعَيْمٍ الطَّحَّانُ ضِرَارُ بْنُ صُرَدٍ هَذَا الْحَدِيثَ، عَنْ ابْنِ أَبِي فُدَيْكٍ، عَنْ الضَّحَّاكِ بْنِ عُثْمَانَ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ الْمُنْكَدِرِ، عَنْ سَعِيدِ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ يَرْبُوعٍ، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ أَبِي بَكْرٍ، عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ. وَأَخْطَأَ فِيهِ ضِرَارٌ
قَالَ أَبُو عِيسَى: سَمِعْت أَحْمَدَ بْنَ الْحَسَنِ يَقُولُ: قَالَ أَحْمَدُ بْنُ حَنْبَلٍ: مَنْ قَالَ فِي هَذَا الْحَدِيثِ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ الْمُنْكَدِرِ عَنْ ابْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ يَرْبُوعٍ عَنْ أَبِيهِ فَقَدْ أَخْطَأَ. قَالَ: وسَمِعْت مُحَمَّدًا يَقُولُ: وَذَكَرْتُ لَهُ حَدِيثَ ضِرَارِ بْنِ صُرَدٍ، عَنْ ابْنِ أَبِي فُدَيْكٍ، فَقَالَ: هُوَ خَطَأٌ، فَقُلْتُ: قَدْ رَوَاهُ غَيْرُهُ عَنْ ابْنِ أَبِي فُدَيْكٍ أَيْضًا مِثْلَ رِوَايَتِهِ، فَقَالَ: لَا شَيْءَ، إِنَّمَا رَوَوْهُ عَنْ ابْنِ أَبِي فُدَيْكٍ، وَلَمْ يَذْكُرُوا فِيهِ عَنْ سَعِيدِ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ، وَرَأَيْتُهُ يُضَعِّفُ ضِرَارَ بْنَ صُرَدٍ. وَالْعَجُّ: هُوَ رَفْعُ الصَّوْتِ بِالتَّلْبِيَةِ، وَالثَّجُّ: هُوَ نَحْرُ الْبُدْنِ.

6. Sehl b. Sa’d’dan (r.sa.) rivayete göre, Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Bir Müslüman telbiye getirdiğinde yeryüzünün her bir tarafından taş, ağaç, toprak ne varsa hepsi onunla birlikte telbiye getirir. Yani o kimseye eşlik ederek şahitlik eder.”
Ebu İsa: “Ebu Bekr’in bu hadisi ğarib’dir” demiştir.
İbn Mâce, Menasik, 15

Telbiye ihramın şartlarından birisidir. Hac ya da umre yapmak için ihrama niyetlenen kişi sesli olarak telbiye getirir. Hanımlar telbiye getirirken seslerini yükseltmezler. Telbiye getiren hac yolcusuna bu telbiyesinde dağ, taş, ağaç herşey eşlik eder. Sadece insanoğlunun değil, bütün yaratılmışların Allah’a tesbih edip onu zikrettiğine hadisimizde işaret edilmiştir.

Telbiye şöyle söylenir:

Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke la şerike leke lebbeyk, innel hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülk, la şerike lek

Anlamı:

“Buyur Allah’ım buyur! Buyur, senin hiçbir ortağın yoktur. Buyur, şüphesiz her türlü övgü, nimet, mülk ve hükümranlık sana mahsustur. Senin ortağın yoktur ”

Fıkhu’l-Hadis
İhramın şartlarından birisi de telbiye getirmektir.

بَاب مَا جَاءَ كَيْفَ الطَّوَافُ

Tavafın Yapılışı
7 (856)- حَدَّثَنَا مَحْمُودُ بْنُ غَيْلَانَ، حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ آدَمَ، أَخْبَرَنَا سُفْيَانُ الثَّوْرِيُّ، عَنْ جَعْفَرِ بْنِ مُحَمَّدٍ، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ جَابِرٍ قَالَ:
لَمَّا قَدِمَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَكَّةَ، دَخَلَ الْمَسْجِدَ، فَاسْتَلَمَ الْحَجَرَ، ثُمَّ مَضَى عَلَى يَمِينِهِ، فَرَمَلَ ثَلَاثًا، وَمَشَى أَرْبَعًا، ثُمَّ أَتَى الْمَقَامَ، فَقَالَ:
{ وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى }
فَصَلَّى رَكْعَتَيْنِ، وَالْمَقَامُ بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْبَيْتِ، ثُمَّ أَتَى الْحَجَرَ بَعْدَ الرَّكْعَتَيْنِ، فَاسْتَلَمَهُ، ثُمَّ خَرَجَ إِلَى الصَّفَا، أَظُنُّهُ قَالَ:
{ إِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَائِرِ اللَّهِ }
قَالَ: وَفِي الْبَاب عَنْ ابْنِ عُمَرَ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: حَدِيثُ جَابِرٍ حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ. وَالْعَمَلُ عَلَى هَذَا عِنْدَ أَهْلِ الْعِلْمِ.

7. Câbir’den (r.a.) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
“Resûlullah (s.a.) Mekke’ye gelince mescide girdi. Önce Haceru’l-esved’i istilam etti (eliyle selamladı). Sonra Kâbeyi sol tarafına alarak üç sefer hızlıca yürüyerek, dört sefer de normal yürüyerek tavafı tamamladı. Sonra İbrahim makamına gelerek “İbrahim makamını namazgah edinin” (Bakara, 125) diyerek iki rekat namaz kıldı. Makam-ı İbrahim kendisiyle Kabenin arasında idi. İki rekatlık namazdan sonra Haceru’l-esved’e gelrek istilam etti. Sonra Safa tepesine çıktı. Zannediyorum “Safa ve Merve Allah’ın sembollerindendir” (Bakara, 158) buyurdu.”
Ebu İsa: “Câbir’in bu hadisi hasen sahih’dir” demiştir.
Nesâî, Menasik, 137

Açıklama
Kâbe’ye özel ibadet tavaftır. Tavaf, başlangıç noktası olan Haceru’l-esved’i selamlayarak, ibadet niyetiyle Kâbe’nin etrafında yeni defa dönerek yapılmaktadır. İhramlı olarak yapılan tavafların ilk üç turunda (şavt) sağ omuzu açarak çalımlı olarak yürümek Resûlullah’ın uyguladığı ve uygulanmasını söylediği sünnetidir. Tavaf bittikten sonra makam-ı ibrahim’in yakınlarında iki rekat namaz kılmak Hanefi mezhebinde vaciptir. Hadiste bu anlatılanların Hz. Peygamber tarafından uygulanışı bize Câbir (r.a.) tarafından anlatılmıştır.

Fıkhu’l-Hadis
Tavafa Haceru’l-esved’den başlanır. Tavaf, Kâbe’nin etrafında yedi defa tur atarak yapılır. Tavaftan sonra iki rekat namaz kılmak vaciptir.

بَاب مَا جَاءَ أَنَّهُ يَبْدَأُ بِالصَّفَا قَبْلَ الْمَرْوَةِ

Sa’ye Safa Tepesinden Başlamak
8 (862)- حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِي عُمَرَ، حَدَّثَنَا سُفْيَانُ بْنُ عُيَيْنَةَ، عَنْ جَعْفَرِ بْنِ مُحَمَّدٍ، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ جَابِرٍ،
أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حِينَ قَدِمَ مَكَّةَ، طَافَ بِالْبَيْتِ سَبْعًا، وَأَتَى الْمَقَامَ فَقَرَأَ:
{ وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى }
فَصَلَّى خَلْفَ الْمَقَامِ، ثُمَّ أَتَى الْحَجَرَ، فَاسْتَلَمَهُ، ثُمَّ قَالَ: نَبْدَأُ بِمَا بَدَأَ اللَّهُ بِهِ، فَبَد&#

(2894)