Kaynağı Açısından Hadis / Tirmizi: Alış Veriş Bölümü

Kudsî – Merfu – Mevkuf – Maktu’
خير القرون قرني، ثم الذين يلونهم، ثم الذين يلونهم

İslamın ilk üç neslini öven hadis-i şerifi daha önceki derslerimizde görmüştük. Bu üç neslin ayrı bir değeri bulunmaktadır. Bu nedenle; sahabe, tabiîn ve etbâu’t-tabiîn adı verilen bu üç neslin sözleri ve fiilleri hadis alimleri tarafından özel bir değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Hadis kitaplarında özellikle ilk iki neslin söz ve fiilerine de yer verilmiştir.

Hadisler Hz. Peygamber’in sözlerini veya fiilerini içeriyorsa Merfu Hadis, Sahabe sözlerini veya fiillerini içeriyorsa Mevkuf Hadis, Tabiûn sözlerini veya fiilerini içeriyorsa Maktu’ Hadis diye isimlendirilmektedir. Eğer aktarılan Allah Teala’nın sözleri ise ve bu söz Kur’an’da bulunmuyorsa bu türe de Kudsî Hadis denilmektedir. Şimdi bu türleri teker teker inceleyelim.

I. KUDSÎ HADİS (الحديث القدسي)

Allah tarafından bildirilmiş, ancak lafızları Peygamber Efendimiz tarafından belirlenmiş hadis türüne Kudsî Hadis, Hadis-i Kudsî, Rabbânî Hadisler ya da İlâhî Hadisler denilmektedir. Bu tür hadislerin manası Allah’a ait olduğu için kutsallık boyutu vurgulanmış, lafzını Hz. Peygamber ifade ettiği için de hadis denmiştir. Zira Allah’a izafe edilmek, Hz. Peygamber’in diğer hadislerinde olmayan bir özelliktir. Bu açıdan ne Kur’an mertebesi kadar yüksek bir konumdadır ne de hadîs-i şerif mertebesindedir.

İkisinin arası bir konumdadır.

İlk dönem hadis kitaplarında bu tür hadisler için özel bir bölüm ayrılmamıştır. Nitekim kudsî hadis ifadesi terim olarak hicrî VI. yüzyıldan itibaren bu alanda yazılan derleme çalışmalardan sonra ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla VI. asra kadar İslam ümmetinin zihin dünyasında kudsî hadis ve onun ne olduğu hususunda düşünce anlamında bir sorgulama olmadığı anlaşılmaktadır.

A- Temel Özellikleri

Kudsî hadisleri diğer hadislerden ayırarak ayrı bir kategoride değerlendiren yaklaşım, söz konusu hadislerin muhtevalarına bakarak ayırt edici bazı özellikleri olduğunu tespit etmişlerdir. Bunlardan birkaçı şunlardır:

1- Bu tür hadislerin metninin başında Hz. Peygamber’e nispetle (قال رسول الله صلي الله عليه و سلم فيما يرويه عن ربه), (قال الله تعالي فيما رواه عنه رسول الله صلي الله عليه و سلم), (عن النبي فيما يروي عن ربه) gibi ifadeler yer alır. Dolayısıyla diğer hadislerde sözün isnadı Hz. Peygamber’de son bulurken bu hadislerde söz Allah’a izafe edilir. Hz. Peygamber bir anlamda ravî konumundadır.

2- Bu hadislerde birinci şahıs zamiri yer alır. Muhataplar genellikle Hz. Peygamber, insanlar ve meleklerdir. Örneğin: “Ey kullarım! Ben zulmü kendime yasakladım.” , “Kullarımdan bir kısmı, bana inanıp yıldızları inkâr ederek sabahladı.” .

3- Bu hadislerde ahkâm konuları yer almaz. Bunun yerine güzel ahlak, Allah’ın rahmetinin genişliği ve bazı ibadetlerin fazileti gibi hususlar işlenir. Bir bütün olarak mütalaa edildiklerinde, insanın ibadet dünyasını güzelleştirmeye, ahlakını tekâmül ettirmeye, daha geniş bir ifadeyle iyi bir kul olmasını sağlamaya yönelik oldukları görülür.

B- Kur’an-ı Kerim İle Arasındaki Farklar

Her ikisinin de Allah’ın lafızları olmasının yanında kudsî hadislerle Kur’an-ı Kerim arasında bazı farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıkları şöyle sıralayabiliriz.

1- İ’caz Yönünden Farklılıkları

Kur’an-ı Kerim’in önemli bir özelliği mu’ciz olmasıdır. İnsanlık kıyamete kadar ne onun benzeri; bir kitap, ne on sure ne de bir sure yazabileceklerdir. Kur’an-ı Kerim, onun Allah katından olduğuna inanmayanlara meydan okumaktadır. Bu konudaki açık ayetlerden üçü şöyledir:

– “De ki:’Andolsun, eğer insan(lar) ve cin(ler) şu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar, yine onun benzerini getiremezler. Birbirlerine destek olup yardım etseler bile”.

– “Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki: Öyleyse siz de onun benzeri on uydurulmuş sure getirin; eğer doğru iseniz Allah’tan başka, çağırabildiklerinizi de (yardıma) çağırın!”.

– “Yoksa ‘onu uydurdu’ mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru iseniz haydi onun benzeri bir sure getirin ve Allah’tan başka çağırabildiklerinizi de çağırın!”.

Yukarıda Kur’an-ı Kerim için zikrettiğimiz i’caz, kudsî hadislerde bulunmamaktadır. Kudsî hadis diye uydurulmuş sözlerin dillerde dolaşması da zaten bize bu sonucu vermektedir.

2- Korunmuşluk Meselesi
Kur’an-ı Kerim bizzat Allah-u Teala tarafından koruma altına alınmıştır. Kıyamete kadar Kur’an’ın lafzı değişmeyecek ve değiştirilemeyecektir. Kur’an-ı Kerim için sabit olan korunma meselesi kudsî hadisler için söz konusu edilmemiştir. Bu farklılık da Kur’an ile kudsî hadisi birbirinden ayırmaktadır.

3- İnkâr Edenin Durumu
Kuran-ı Kerim bize tevatür yoluyla ulaşmıştır. Onun bir ayetini bile inkâr eden kişi dinden çıkar. Bu konudaki Kur’an-ı Kerim’de ayetler vardır.

Bu ayetlere göre Kur’an-ı Kerim’in bir ayetini veya bir hükmünü inkâr eden dinden çıkmış olur. Kudsî hadisler ise bize âhad yollarla gelmiş olduğundan bunları inkâr edenin küfrüne karar verilmez.

4- Onunla İbadet Edilmesi Meselesi
Kur’an-ı Kerim tilaveti bizzat ibadetin bir parçasıdır.

a- Namaz’da Kıraat
Namazın içindeki şartlarından biri de kıraat yani Kur’an-ı Kerim’den bir miktar okumaktır. Kıraat şartını yerine getirmeyen kişinin namazı eksik kalacağından yeniden kılması gerekir. Kudsî hadis ise namazda kıraat yerine geçmez.

b- Okuyana Her Harfi İçin On Sevap Verilmesi
Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde kur’an okuyana her harf için 10 sevap verileceğini bildirmiştir.
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرٍ الْحَنَفِيُّ حَدَّثَنَا الضَّحَّاكُ بْنُ عُثْمَانَ عَنْ أَيُّوبَ بْنِ مُوسَى قَال سَمِعْتُ مُحَمَّدَ بْنَ كَعْبٍ الْقُرَظِيَّ قَال سَمِعْتُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ مَسْعُودٍ يَقُولُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَنْ قَرَأَ حَرْفًا مِنْ كِتَابِ اللَّهِ فَلَهُ بِهِ حَسَنَةٌ وَالْحَسَنَةُ بِعَشْرِ أَمْثَالِهَا لاَ أَقُولُ الم حَرْفٌ وَلَكِنْ أَلِفٌ حَرْفٌ وَلاَمٌ حَرْفٌ وَمِيمٌ حَرْفٌ

“Kur’an-ı Kerim’den bir harf okuyana bir hasene vardır. Her hasene on misliyle (kayde geçer). Elif-Lâm-Mîm bir harftir demiyorum, elif bir harf, lâm bir harf ve mîm de bir harftir.” .
Halbuki Kudsî hadis okuyuşu için böyle bir sevabın haber verildiğini bilmiyoruz. Bu da Kur’an’la arasındaki farklardan biridir.

5- Tevâtür
Kur’an-ı Kerim’in bize kadar tevatür yoluyla geldiği tüm ulemanın ittifakla belirttiği bir konudur. Kudsi hadisler âhad olarak bize ulaşmışlardır. Bunlarda tevatür söz konusu edilmemiştir. Esasen hadislerde Kur’an-ı Kerim’de aranan tevatür şartı aranmamıştır.

6- Mana İle Rivayet
Kur’an-ı Kerim için mana ile rivayet caiz görülmezken hadislerde mana ile rivayet caiz görülmüştür.

7- Cünüp Olanın Okuması
Kur’an-ı Kerim’i cünüp olan, hayız ve nifas halinde olanlar okuyamazlar. Hadislerin okunması konusunda böyle bir şart öne sürülmemiştir.

II. MERFU HADİS (الحديث المرفوع)
Hz. Peygamber’e isnad edilen söz, fiil ve takrirlere Merfu Hadis denilmektedir. Yani merfu hadis, kaynağı Hz. Peygamber olup muttasıl veya munkatı’ bir senedle rivayet edilmiş bütün söz, fiil ve takrirlerdir. Merfu hadis iki başlık altında anlaşılmaya çalışılmıştır. Bunlar, sarâhaten merfu, hükmen merfudur.

1. Sarâhaten (Açık) Merfu Hadis
Açık bir şekilde Hz. Peygamber’e izafe edilen hadistir. Yani hadisin metni içerisinde efendimize ait bir söz, fiil veya takrir bulunuyorsa bu sarâhaten merfudur. Merfu hadis gibi genel bir tabir kullanıldığında merfuun bu kısmı kastedilmektedir.

2. Hükmen Merfu Hadis
Herhangi bir sahabînin şahsi görüş ve bilgisine dayanması mümkün olmayan konulara dair verdiği haberlere hükmen merfu hadis denir. Mesela; geçmiş peygamberler ve ümmetlerine ait bilgiler, gelecekte olacak olaylara ait bilgiler, yapılması durumunda kazanılacak sevap veya çarptırılacak azabla ilgili bilgiler, Hz. Peygamber’den aktarılan haberlerdir. Sahabî Resûlullah’dan duyduğunu zikretmese bile konuların içeriği açısından onları Resûlullah’dan duyduğu ya da duyandan işittiği anlaşılır.

Sahabenin Hz. Peygamber’den görmedikçe kendiliğinden yapamayacağı fiileri de hükmen merfu hadis kabul edilir. Hz. Ali’nin küsûf namazını her rekatta ikiden fazla rukû ile kılması hükmen merfu filiî hadisin örneğini teşkil etmektedir. Hz. Ali’nin namazı kendi ictihadı ile bu şekilde kılması düşünülemez. Çünkü ibadetlerde ictihad söz konusu değildir. Bu sebeple de onun bu kılışı Hz. Peygamber’den öğrendiğine hükmedilir.
حَدَّثَنَا عَلِيٌّ، أنَا إِسْرَائِيلُ، وَزُهَيْرٌ، عَنْ أَبِي إِسْحَاقَ، عَنْ هُبَيْرَةَ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ، قَالَ: مَنْ أَتَى عَرَّافًا أَوْ سَاحِرًا أَوْ كَاهِنًا فَصَدَّقَهُ بِمَا يَقُولُ، فَقَدْ كَفَرَ بِمَا أُنْزِلَ عَلَى قَلْبِ مُحَمَّدٍ

“Her kim bir arrâf’ın, bir sihirbazın yahut kâhin’in yanına gider ve onun söylediklerini kabul ederse, Muhammed’e (s.a.v.) inzal edileni inkar etmiş olur.”
Hükmen Merfu hadisin tesbitinde dikkat edilecek husus, bu tür haberleri aktaran sahabînin isrâiliyyât türü nakillerde bulunmakla meşhur biri olmaması gerekir. Aksi taktirde isrâiliyyât olması mümkündür.

III. MEVKUF HADİS (الحديث الموقوف)
Sahabenin söz, fiil ve takrirlerine dair rivayet edilen haberlere mevkuf hadis denilmektedir. Bir hadisin mevkuf diye isimlendirilebilmesi için o sözü söyleyenin sahabî olması şarttır. Mesela وقفه فلان علي الزهري “hadisi, filan kişi Zührî’de durdurdu” gibi bir cümlenin içinde geçen vekafe kelimesine bakıp bu hadisin mevkuf olduğuna karar vermek doğru değildir. Zira İbn Şihab ez-Zührî (124/741) sahabî değil, tabiîndir.

Hz. Peygamber’den gelmeyen sözlerde, ondan gelenlerdeki yücelik bulunmaz. Buna rağmen mevkuf hadise zayıf hadistir demek doğru olmaz. Bu durum hadis usûlü kurallarına göre bir araştırmayla belirlenecek konudur.

Bazı mevkuf hadisler senedlerinin sonu Hz. Peygamber’e ulaşmadığı için mevzu sayılmışlardır. Sırf bu yanlış değerlendirmeleri ayıklamak niyetiyle el-Mevsılî (622/1224) Ma’rifetü’l-Vukûf Ale’l-Mevkûf adlı eseri telif etmiştir.

Mevkuf türü hadisleri hadis kitaplarında bulmak mümkündür. Özellikle İmam Mâlik’in meşhur eseri Muvatta’da hem mevkuf hadise hem de maktu’ hadise çokça yer verilmiştir.

IV. MAKTU’ HADİS (الحديث المقطوع)

Tabiîn neslinden birine ait söz ve fiillere maktu’ hadis denilmektedir. Bu türün önemi ilk üç neslin içinde bulunan bu kutlu nesle ait olmasıdır. İslam alimleri ilk günden beri buna önem vermişlerdir.
Diğer türlerin aksine maktu’ hadis delil olarak kullanılmamaktadır. Nitekim İmam-ı Azam’ın meşhur tesbiti de buna işaret etmektedir. Ebu Hanife şöyle demiştir: “Resûlüllah’dan gelen hadislerin başımızın üstünde yeri var. Sahabeden gelenler konusunda serbestiz (ister delil olarak kabul eder, ister etmeyiz). Tabiûndan gelenler ise, onlar adamsa biz de adamız.” İmam-ı Azam’ın bu sözü maktu’ hadislerin delil olarak kabul edilemeyeceğini açıkça göstermektedir.
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
كِتَاب الْبُيُوعِ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

 

ALIŞ-VERİŞ
بَاب مَا جَاءَ فِي تَرْكِ الشُّبُهَاتِ

Şüpheli Şeyleri Terketmek

1 (1205)- حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ، أَنْبَأَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ، عَنْ مُجَالِدٍ، عَنْ الشَّعْبِيِّ، عَنْ النُّعْمَانِ بْنِ بَشِيرٍ قَالَ:
سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: الْحَلَالُ بَيِّنٌ، وَالْحَرَامُ بَيِّنٌ، وَبَيْنَ ذَلِكَ أُمُورٌ مُشْتَبِهَاتٌ لَا يَدْرِي كَثِيرٌ مِنْ النَّاسِ، أَمِنْ الْحَلَالِ هِيَ، أَمْ مِنْ الْحَرَامِ؟ فَمَنْ تَرَكَهَا اسْتِبْرَاءً لِدِينِهِ وَعِرْضِهِ، فَقَدْ سَلِمَ، وَمَنْ وَاقَعَ شَيْئًا مِنْهَا، يُوشِكُ أَنْ يُوَاقِعَ الْحَرَامَ، كَمَا أَنَّهُ؛ مَنْ يَرْعَى حَوْلَ الْحِمَى، يُوشِكُ أَنْ يُوَاقِعَهُ، أَلَا! وَإِنَّ لِكُلِّ مَلِكٍ حِمًى، أَلَا! وَإِنَّ حِمَى اللَّهِ مَحَارِمُهُ.
حَدَّثَنَا هَنَّادٌ، حَدَّثَنَا وَكِيعٌ، عَنْ زَكَرِيَّا بْنِ أَبِي زَائِدَةَ، عَنْ الشَّعْبِيِّ، عَنْ النُّعْمَانِ بْنِ بَشِيرٍ، عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَحْوَهُ بِمَعْنَاهُ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ. وَقَدْ رَوَاهُ غَيْرُ وَاحِدٍ؛ عَنْ الشَّعْبِيِّ، عَنْ النُّعْمَانِ بْنِ بَشِيرٍ.

1. Nu’man b. Beşir’den (r.a.) rivayete göre, şöyle demiştir: Resûlullah’dan (s.a.) işittim şöyle buyurdu:
“Helal de açıklanmış haram da açıklanmıştır. Bu ikisinin arasında, insanların epk çoğunun bilmediği şüpheli şeyler vardır. Herkim bu tür şüpheli şeyleri terk ederse dinini ve ırzını korumuş olur, selamete erer. Kim de bunlardan irine girerse, harama düşmesi pek yakındır. Yasak bölgenin çevresinde sürüsünü otlatan çobanın sürüsünü o yasak bölgeye kaçırması çok çabuk olur. Dikkat edin! Her otorite sahibinin bir yasak bölgesi vardır. Dikkat edin! Allah’ın yasak bölgesi de haram kıldığı şeylerdir.”
Ebu İsa: “Bu hadis hasen sahih’tir” demiştir.
Buharî, İman, 39; Müslim, Musakât, 20

Açıklama
Peygamber Efendimiz bu hadiste, müslümanların karşısına çıkacak meseleleri üç gurupta toplamaktadır:
Birincisi yemek, içmek, yürümek, konuşmak ve evlenmek gibi helâl davranışlar.
İkincisi içki içmek, zina etmek, yalan söylemek, iftira etmek gibi haram davranışlar.
Üçüncüsü ise şüpheli konulardır. Şüpheli konuların helâl kısmına mı, yoksa haram kısmına mı girdiği ilk bakışta bilinemez. Çünkü din bu konuda bir hüküm getirmemiştir. Bu sebepledir ki, Peygamber Efendimiz, halkın birçoğunun bunları bilemeyeceğini söylemiştir. İslâm âlimleri, bunları bilinen benzeri konulara kıyas ederek yani ictihad yaparak açıklığa kavuşturmuşlardır.
Bir yanında helâller diğer yanında haramlar bulunan şüpheli konuların sınırları kesin çizgilerle ayrılmamıştır. Bu sebeple şüpheli konular bölgesinde dolaşmak tehlikelidir. Bu tehlikeyi Peygamber Efendimiz şöyle dile getirmiştir:

Şüpheli konulara yaklaşmaya cesaret edenler, burasının hassas bölge olduğunu unutarak kesin çizgilerle yasaklanmış bölgelere kadar giderler ve sonunda kendilerini yasak bölgenin içinde buluverirler. İşte o zaman bu kimseler iki bakımdan perişan olurlar. Önce müslümanların arasındaki değerlerini kaybederler; halkın diline düşerek rezil olurlar; namus ve haysiyetlerini yitirirler. İkinci olarak da, Allah’ı gücendirirler ve O’nun rızâsını kaybederler. Peygamber Efendimiz’in “Şüpheli konulardan her kim sakınırsa, dinini ve ırzını korumuş olur” sözüyle anlatmak istediği işte budur.
Şüpheli konular bölgesinde dolaşmayı, sisli bölgede yürümeye benzetebiliriz. Sisli bölgede yürümeye devam edenler, içinde bulundukları anormal şartları zamanla normal görebilirler ve farkında olmadan daha koyu sise ve karanlığa dalabilirler. Diğer bir ifadeyle söyleyecek olursak, mekruhlara alışan ve onları önemsemeyen kimseler, çok geçmeden kendilerini haramın içinde bulabilirler.

Şüpheli konuları, sahâbîlerin iyi bildiği bir misâlle açıklamak isteyen Peygamber Efendimiz, onlara Arap hükümdarlarının korularını hatırlattı. Arap hükümdarları kendi hayvanlarının otladığı özel koruya başkalarını yaklaştırmazlardı. Yaklaşmaya cesaret edenlere ağır cezalar verirlerdi. Bunu belirttikten sonra Efendimiz Allah’ın da bir yasak arâzisi yâni haramları olduğunu, o yasak arâziye girenlerin Allah’a karşı gelmiş sayılacaklarını söyledi.

Fıkhu’l-Hadis
Haram ve helal bellidir. Şüpheli konularda dikkatli olmak gerekir.
بَاب مَا جَاءَ فِي أَكْلِ الرِّبَا
Faiz Yemek

2 (1206)- حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ، حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ، عَنْ سِمَاكِ بْنِ حَرْبٍ، عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ، عَنْ ابْنِ مَسْعُودٍ قَالَ:
لَعَنَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ؛ آكِلَ الرِّبَا، وَمُؤْكِلَهُ، وَشَاهِدَيْهِ، وَكَاتِبَهُ،
قَالَ: وَفِي الْبَاب؛ عَنْ عُمَرَ، وَعَلِيٍّ، وَجَابِرٍ، وَأَبِي جُحَيْفَةَ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: حَدِيثُ عَبْدِ اللَّهِ حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ.

2. İbn Mesud’dan (r.a.) rivayete göre, Resûlullah (s.a.) faiz yiyene ve yedirene, faizli muamelelerin sahiplerine ve katibine lanet etmiştir.
Ebu İsa: “Abdullah’ın bu hadisi hasen sahih’tir” demiştir.
Ebu Davud, Büyû’, 4; İbn Mâce, Ticarat, 58

Açıklama
Bir hadiste “yedi helâk edici”den biri olduğu zikredilen faiz ve ayetlerden “Allah ve Resûlünün harb ilan ettiği bir günah” olan faizcilik, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in lanet ettiği hususlar arasında yer almaktadır.

Peygamber Efendimiz, toplumun inanç, iktisad ve ahlâk düzenini altüst eden, kişi ve toplumları anarşi ve felâkete sürükleyen faizi yiyen ve yedirenlerin, Allah’ın rahmetinden uzak kalmalarını dilemek yani onlara lânet etmek suretiyle işin ne kadar ciddî olduğunu gözlerimiz önüne sermektedir. Bilinen bir gerçektir ki faiz, vahye dayalı bütün dinlerde haramdır. Bütün şeriatlar onu ortaklaşa yasaklamıştır.

Öte yandan Allah Teâlâ faizciden başka hiç bir âsi ve günahkâra kitabında harb ilan etmemiştir. Faiz yemek, faizcilik yapmak demektir. Faiz anlaşma ve akitlerden doğduğuna göre, bunun iki tarafı olduğu gibi şahitleri ve yerine göre kâtibi, yazıcısı veya noteri de bulunacaktır. Hatta banka, mafya, tefeciler v.s. gibi yasal veya yasal olmayan kurumları da olacaktır.

İşte hadiste yer alan “şâhitlerine ve kâtibine de” cümlesi ile hem şahıs olarak tefeciler hem de bu işe aracılık yapan kurum ve kuruluşlar ile oralarda faiz işlemlerini yönlendiren, kaydeden, şahitlik eden herkes Peygamber Efendimiz’in lânetinden paylarını almışlardır. Efendimizin lânetinin kapsamını bu ölçüde geniş tutması, İslâm toplumunda faizciliğe yer olmadığını, kimsenin ona ne alan-veren olarak ne de şahit ve kâtip olarak bulaşmaması gerektiğini en yüksek perdeden anlatmak için olsa gerektir. Çünkü toplumun bütün kesimlerine zararı muhakkak olan bir işlemin, hiç bir şekilde yanında olmamak herkesin o topluma karşı görevidir. Bunun bilincinde olmayanlar ya da bile bile bu zararın yaygınlaşmasına yardımcı olanlar ise, elbette laneti haketmişlerdir.

Fıkhu’l-Hadis

Faizi alan, veren, yazan ve ona şahitlik yapan lanetlenmiştir.

بَاب مَا جَاءَ فِي التَّغْلِيظِ فِي الْكَذِبِ وَالزُّورِ وَنَحْوِهِ
Alış-Verişte Yalan ve Yalancı Şahitliğin Kötülüğü

3 (1207)- حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ الْأَعْلَى الصَّنْعَانِيُّ، حَدَّثَنَا خَالِدُ بْنُ الْحَارِثِ، عَنْ شُعْبَةَ، حَدَّثَنَا عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ أَبِي بَكْرِ بْنِ أَنَسٍ، عَنْ أَنَسٍ،
عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي الْكَبَائِرِ قَالَ: الشِّرْكُ بِاللَّهِ، وَعُقُوقُ الْوَالِدَيْنِ، وَقَتْلُ النَّفْسِ، وَقَوْلُ الزُّورِ.
قَالَ: وَفِي الْبَاب؛ عَنْ أَبِي بَكْرَةَ، وَأَيْمَنَ بْنِ خُرَيْمٍ، وَابْنِ عُمَرَ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: حَدِيثُ أَنَسٍ حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ غَرِيبٌ.

3. Enes’den (r.a.) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.) büyük günahlardan bir kaçını sayarak şöyle buyurdu:
“Allah’a ortak koşmak, anne-babaya asi olmak, adam öldürmek ve yalan söyleyip, yalan şahitliği yapmak.”
Ebu İsa: “Enes’in bu hadis hasen sahih ğarib’tir” demiştir.
Buharî, Şehadât, 4; Müslim, İman, 38

Açıklama
Büyük günahlar çeşitli hadislerde Hz. Peygamber tarafından sayılmıştır. Hadisimizde bu günahlardan dört tanesi zikredilmiştir. Bunların en büyüğü ve en başta geleni Allah’a şirk/ortak koşmaktır. Varlığımızın sebebi olan ve kendilerine hizmet, hürmet ve güzel muameleye mecbur olduğumuz anne babamıza karşı kötü davranmak da bu günahlardandır. Bir cana kıymak, Allah’a isyan ve hakka tecavüzdür. Yalan söylemek ve yalancı şahitlik de hem Kur’an’da yasaklanmış hem de birçok hadiste uzak durulması gereken fiiller olarak takdim edilmiştir. Yalan ve yalancı şahitlik, gerçeği ters yüz etmek demektir. Bu aynı zamanda kul hakkına tecavüzdür. Öte yandan bu hadiste yer alan dört büyük günahın, insanlar tarafından çok yaygın şekilde işlendikleri de bir başka gerçektir. Şiddetle yasaklanmış olmaları, bu olumsuz yaygınlığın önüne geçmek için olmalıdır.

Fıkhu’l-Hadis

Şirk, anne-babaya itaatsizlik, adam öldürmek ve yalan sakınmamız gereken büyük günahlardandır.

بَاب مَا جَاءَ فِي التُّجَّارِ وَتَسْمِيَةِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِيَّاهُمْ
Tüccarlar ve Peygamberimizin Onlara Verdiği İsim

4 (1208)- حَدَّثَنَا هَنَّادٌ، حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ عَيَّاشٍ، عَنْ عَاصِمٍ، عَنْ أَبِي وَائِلٍ، عَنْ قَيْسِ بْنِ أَبِي غَرَزَةَ قَالَ:
خَرَجَ عَلَيْنَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَنَحْنُ نُسَمَّى السَّمَاسِرَةَ، فَقَالَ: يَا مَعْشَرَ التُّجَّارِ! إِنَّ الشَّيْطَانَ وَالْإِثْمَ يَحْضُرَانِ الْبَيْعَ، فَشُوبُوا بَيْعَكُمْ بِالصَّدَقَةِ.
قَالَ: وَفِي الْبَاب؛ عَنْ الْبَرَاءِ بْنِ عَازِبٍ، وَرِفَاعَةَ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: حَدِيثُ قَيْسِ بْنِ أَبِي غَرَزَةَ حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ. رَوَاهُ مَنْصُورٌ، وَالْأَعْمَشُ، وَحَبِيبُ بْنُ أَبِي ثَابِتٍ، وَغَيْرُ وَاحِدٍ، عَنْ أَبِي وَائِلٍ، عَنْ قَيْسِ بْنِ أَبِي غَرَزَةَ. وَلَا نَعْرِفُ لِقَيْسٍ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ غَيْرَ هَذَا. حَدَّثَنَا هَنَّادٌ، حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ، عَنْ الْأَعْمَشِ، عَنْ شَقِيقِ بْنِ سَلَمَةَ وَشَقِيقٌ؛ هُوَ أَبُو وَائِلٍ، عَنْ قَيْسِ بْنِ أَبِي غَرَزَةَ، عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَحْوَهُ بِمَعْنَاهُ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: وَهَذَا حَدِيثٌ صَحِيحٌ

4. Kays b. Ebi Ğaraze’den (r.a.) rivayete göre, şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.) yanımıza geldi, bize simsarlar denilirdi. Bize daha güzel bir isim vererek,
“Ey tüccarlar topluluğu! Şüphesiz şeytan ve günah alış-verişte bulunurlar. Siz alış-verişinize sadaka karıştırmak suretiyle (kazancınızı) temizleyin.”
Ebu İsa: “Bu hadis sahih’tir” demiştir.
Ebu Davud, Büyû’, 1; Nesâî, Eyman, 22
Açıklama

Hadiste, tüccarlara o gün için toplum tarafından verilen simsarlar isminin Hz. Peygamber tarafından daha güzeliyle değiştirildiği, onlara tüccar isminin Resûlullah tarafından verildiğine dair bilgi bulunmaktadır. Alış verişe çoğu zaman şeytanın vesvesesi ve yalan karışabilmektedir. Bu da kazancın bereketsiz olmasına ve Allah’ın gazabına sebep olmaktadır. Bu olumsuzluklardan kurtulmak için Hz. Peygamber tüccarlara sadaka vermeyi tavsiye etmektedir.

Fıkhu’l-Hadis

Alış-verişin olumsuzluklarından korunmak için tüccarlar bol bol sadaka vermelidir.

5 (1209)- حَدَّثَنَا هَنَّادٌ، حَدَّثَنَا قَبِيصَةُ، عَنْ سُفْيَانَ، عَنْ أَبِي حَمْزَةَ، عَنْ الْحَسَنِ، عَنْ أَبِي سَعِيدٍ،
عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: التَّاجِرُ الصَّدُوقُ الْأَمِينُ، مَعَ النَّبِيِّينَ، وَالصِّدِّيقِينَ، وَالشُّهَدَاءِ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ. لَا نَعْرِفُهُ إِلَّا مِنْ هَذَا الْوَجْهِ، مِنْ حَدِيثِ الثَّوْرِيِّ، عَنْ أَبِي حَمْزَةَ. وَأَبُو حَمْزَةَ: اسْمَهُ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ جَابِرٍ، وَهُوَ شَيْخٌ بَصْرِيٌّ. حَدَّثَنَا سُوَيْدُ بْنُ نَصْرٍ، أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ الْمُبَارَكِ، عَنْ سُفْيَانَ الثَّوْرِيِّ، عَنْ أَبِي حَمْزَةَ بِهَذَا الْإِسْنَادِ نَحْوَهُ.

5. Ebu Saîd’den (r.a.) rivayete göre, Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:

“Dürüst ve güvenilir tüccar, peygamberlerle, peygamberleri tasdik eden doğru kimselerle ve şehitlerle beraberdir.”

Ebu İsa: “Bu hadis hasen’dir” demiştir.
Tirmizî
Açıklama
Toplumun yaşadığı yerde mutlaka alış-veriş olacaktır. Bu bir ihtiyaçtır. Tüccarlar da bu toplumun olmazsa olmaz kesimini oluşturmaktadırlar. Bu ihtiyacı göz ardı etmemiş olan İslam dini ticaretin kuralını da koymuştur. Alış-verişin en önemli kuralı dürüstlük ve güvenilirliktir. İşte bu kurala göre ticaretini yürüten tüccarlar övülmüş ve müjdelenmiştir. İmanlı olup kulluk görevlerini yerine getirmek şartıyla, dürüst olarak malını pazarlayan ve toplum tarafından kendisine güven duyulan tüccarları Resûlullah (s.a.) ahirette peygamberlerle, sıddıklarla ve şehitlerle birlikte olacaklarını müjdelemiştir.
Fıkhu’l-Hadis

Ticarette dürüstlük ve güven esastır.
6 (1210)- حَدَّثَنَا أَبُو سَلَمَةَ يَحْيَى بْنُ خَلَفٍ، حَدَّثَنَا بِشْرُ بْنُ الْمُفَضَّلِ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُثْمَانَ بْنِ خُثَيْمٍ، عَنْ إِسْمَعِيلَ بْنِ عُبَيْدِ بْنِ رِفَاعَةَ، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ جَدِّهِ،
أَنَّهُ خَرَجَ مَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَى الْمُصَلَّى، فَرَأَى النَّاسَ يَتَبَايَعُونَ، فَقَالَ: يَا مَعْشَرَ التُّجَّارِ! فَاسْتَجَابُوا لِرَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَرَفَعُوا أَعْنَاقَهُمْ وَأَبْصَارَهُمْ إِلَيْهِ، فَقَالَ: إِنَّ التُّجَّارَ يُبْعَثُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فُجَّارًا، إِلَّا مَنْ اتَّقَى اللَّهَ، وَبَرَّ، وَصَدَقَ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ. وَيُقَالُ: إِسْمَعِيلُ بْنُ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ رِفَاعَةَ، أَيْضًا
6. Rifaa’nın (r.a.) naklettiğine göre, kendisi Resûlullah (s.a.) ile birlikte namazgâha çıkmıştı, bazı insanların alış-veriş yaptıklarını gördü ve onlara şöyle seslendi:
“Ey Tüccar topluluğu!” Onlar da Resûlullah’a (s.a.) icabet ederek, kafalarını kaldırıp gözlerini ona diktiler. Resûlullah (s.a.) sözlerine şöyle devam etti: “Tüccarlar kıyamet gününde günahkâr bir vaziyette diriltileceklerdir. Ancak Allah’dan sakınan, iyilik yapanlar ve dürüst olanlar bunun dışındadır.”

Ebu İsa: “Bu hadis hasen sahih’tir” demiştir.
İbn Mâce, Ticarat, 3; Ebu Davud, Büyû’, 1

Açıklama
Ticarete hile karıştıranlar, malını satabilmek için yalan söyleyen ve yalan yere yemin edenler, malının kusurunu gizleyenler, malı zamanında teslime etmeyenler hadiste belirtilen fâcir sınıfına girerler. Ticaretinde bu sayılanlardan kaçınmayan tüccar kıyamet günü yaptıklarının cezasını çekecektir.
Ancak, dürüstlüğe dikkat eden, insanlara iyi davranan, vaadini yerine getiren, karşıdakini mağdur etmeyen tüccar bu durumdan müstesnadır. Onlar; peygamberlerle, sıdıklarla ve şehitlerle birlikte olacaklardır.

Fıkhu’l-Hadis

Hilekâr tüccar ahirette fâcir olarak diriltilecektir.
بَاب مَا جَاءَ فِيمَنْ حَلَفَ عَلَى سِلْعَةٍ كَاذِبًا
Yalan Yeminle Ticaret
7 (1211)- حَدَّثَنَا مَحْمُودُ بْنُ غَيْلَانَ، حَدَّثَنَا أَبُو دَاوُدَ، قَالَ: أَنْبَأَنَا شُعْبَةُ، قَالَ: أَخْبَرَنِي عَلِيُّ بْنُ مُدْرِكٍ، قَال: سَمِعْتُ أَبَا زُرْعَةَ بْنَ عَمْرِو بْنِ جَرِيرٍ يُحَدِّثُ، عَنْ خَرَشَةَ بْنِ الْحَرِّ، عَنْ أَبِي ذَرٍّ،
عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: ثَلَاثَةٌ لَا يَنْظُرُ اللَّهُ إِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ، وَلَا يُزَكِّيهِمْ، وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ، قُلْنَا: مَنْ هُمْ يَا رَسُولَ اللَّهِ؟ فَقَدْ خَابُوا، وَخَسِرُوا، فَقَالَ: الْمَنَّانُ، وَالْمُسْبِلُ إِزَارَهُ، وَالْمُنَفِّقُ سِلْعَتَهُ بِالْحَلِفِ الْكَاذِبِ.
قَالَ: وَفِي الْبَاب؛ عَنْ ابْنِ مَسْعُودٍ، وَأَبِي هُرَيْرَةَ، وَأَبِي أُمَامَةَ بْنِ ثَعْلَبَةَ، وَعِمْرَانَ بْنِ حُصَيْنٍ، وَمَعْقِلِ بْنِ يَسَارٍ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: حَدِيثُ أَبِي ذَرٍّ حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ.

7. Ebu Zerr’den (r.a.) rivayete göre, Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
“Üç grup insan vardır ki, kıyamet günü Allah onların yüzüne bakmayacak, onları günahlarından temizlemeyecek ve onlara acıklı azabını tattıracaktır.” Biz de: “Kimdir bu zarar ve ziyanda olanlar Ey Allah’ın Resûlu?” dedik. Şöyle buyurdular: “Yaptığı iyiliği başa kakan, Kibir ve gurur için elbisesini yerlerde sürüyen, ticari eşyasını yalan yeminle satıp tüketen kimse.”
Ebu İsa: “Ebu Zer’in bu hadisi hasen sahih’tir” demiştir.

Müslim, İman, 46; Ebû Davud, Libâs 25; Nesâî, Zekât 69, Büyû’ 5, Zînet 103; İbn Mâce, Ticârât 30

Açıklama

Herkesin rahmet ve mağfirete en çok ihtiyaç duyacağı kıyamet gününde, ilâhî lütuf, rahmet, ve mağfiretten mahrum kalacak olan insanlar, aslında dünyanın ve âhiretin en büyük zararına uğramış demektir. O günün yegâne malik ve sahibinin yüzlerine rahmet nazarıyla bakmayacağı, kendileriyle konuşup iltifat etmeyeceği ve günahlarını bağışlamak suretiyle kendilerini temize çıkarmayacağı insanlar, başka kime ve nereye baş vurabileceklerdir?

Hadisimizin başlangıç kısmındaki Hz. Peygamber’in cümleleri Âl-i İmrân sûresi’nin 77. âyetinde aynen yer almaktadır. O âyette şöyle buyurulmaktadır: “Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların âhirette bir nasibi yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azab vardır.”
Hadisimizde işte böyle büyük bir nasipsizliğe mahkûm insanlardan üç grub kimseden söz edilmekte, onların üç ayrı tavrı haber verilmektedir. Bunlardan ilki, yaptığı iyiliği başa kakma alışkanlığına sahip kişilerdir. Diğeri, kibir ve gururla eteklerini yerlerde sürüyenlerdir. Elbisesinin eteklerini veya pantolonunun paçalarını yerlere kadar uzatıp kibir ve gurur içinde çalım satanlar, kul olduklarını unutarak kendilerini bir şey sanmalarının kahredici cevabını, âhirette ilâhî rahmet ve iltifattan uzak kalarak alacaklardır. Bir diğeri ise, yalan yere yemin ederek malına sürüm kazandırmaya çalışmak gibi doğrudan yasaklanmış olan kusuru işleyen kişidir.

Bu üç tavır, temelde “sahtecilik”te birleşmektedir. Kibirle çalım satan, kul olarak mütevâzî davranması gerekirken, sahte bir gösterişe kalkışıyor. Malını yalan yere yemin ederek daha fazla fiyatla satmaya çalışan, sahteciliği yalan yere yemin etme şeklinde icrâ ediyor. Yaptığı hayrı, başa kakarak boşa çıkaran da iyilik yapıyor görünerek insanları minnet altında bırakmayı hedeflemiş, samimi davranmamış, iyiliği sahteciliğine âlet etmiş oluyor.

Bildiğimiz bir gerçek vardır; o da yüce Rabbimiz’in, samimiyetten ve kendi rızâsını kazanma niyetinden uzak sahtecilikleri asla kabul buyurmadığı, onlara asla kıymet vermediğidir. Bu hadis, bu gerçeğin delillerinden birini teşkil etmektedir.

Fıkhu’l-Hadis
Ahirette Allah Teâlâ, yaptığı iyiliği başa kakan, kibirle dolaşan ve malını satmak için yalan yeminler edenlerin yüzüne bakmayacaktır.
بَاب مَا جَاءَ فِي التَّبْكِيرِ بِالتِّجَارَةِ
Erkenden Kalkıp Ticarete Başlamak
8 (1212)- حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ الدَّوْرَقِيُّ، حَدَّثَنَا هُشَيْمٌ، حَدَّثَنَا يَعْلَى بْنُ عَطَاءٍ، عَنْ عُمَارَةَ بْنِ حَدِيدٍ، عَنْ صَخْرٍ الْغَامِدِيِّ قَالَ:
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اللَّهُمَّ بَارِكْ لِأُمَّتِي فِي بُكُورِهَا، قَالَ: وَكَانَ إِذَا بَعَثَ سَرِيَّةً، أَوْ جَيْشًا، بَعَثَهُمْ أَوَّلَ النَّهَارِ، وَكَانَ صَخْرٌ؛ رَجُلًا تَاجِرًا، وَكَانَ إِذَا بَعَثَ تِجَارَةً، بَعَث&

(2300)