Cennetle Müjdelenen Sahabîler

Aşere-i Mübeşşere Dışında Cennet Müjdesi Alanlar

Aşer-i mübeşşere, Hz. Peygamber (s.a.) tarafından cennete girecekleri daha hayatta iken kendilerine müjdelenen on sahâbî demektir.

Bu on sahâbî Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa‘d b. Ebû Vakkâs, Ebû Ubeyde b. Cerrâh ve Saîd b. Zeyd’dir.

Aşere-i mübeşşere’nin bazı ortak özellikleri

1. Bu on sahâbî Hz. Peygamber’e ve İslâm’a büyük yardımlarda bulunmuşlardır.

2. Kureyş kabilesine mensup olup nesepleri Hz. Peygamber’in nesebiyle birleşmektedir.

3. Bedir Savaşı’na ve Bey‘atürrıdvân’a katılmışlardır. Bey‘atürrıdvân’da bulunamayan Hz. Osman adına bizzat Hz. Peygamber iki elini birbirine kavuşturarak biat etmiş, onu da biata katılanlardan saymıştır.

4. Allah’ı ve Resulü’nü sevdikleri bizzat Hz. Peygamber tarafından açıklanmıştır.

5. Allah yolunda yakınlarına karşı savaşmaktan çekinmemişlerdir. Nitekim Mücâdele sûresinin, “Allah’a ve âhiret gününe inanan bir toplumun babaları, oğulları, kardeşleri, akrabaları bile olsa, Allah’a ve Peygamber’e karşı gelenlere sevgi beslediklerini göremezsin” meâlindeki 22. âyetinin aşere-i mübeşşereye dahil ashap hakkında nâzil olduğuna dair bazı rivayet ve yorumlar bulunmaktadır.

Aşere-i mübeşşerenin İslâmiyet’teki seçkin yerini dikkate alan İslâm bilginleri, ilmî tasnif ve değerlendirmelerde ilk sırayı hemen daima bunlara ayırmışlardır. Ahmed b. Hanbel el-Müsned’ine aşere-i mübeşşerenin rivayet ettiği hadislerle başlamıştır. Taberânî’nin el-Mu‘cemu’l-kebîr ve Ebû Nuaym el-İsfahânî’nin Hilyetü’l-evliyâ’ adlı eserlerinde de aynı sıralama görülmektedir. Aşere-i mübeşşerenin hepsiyle görüşüp onlardan hadis rivayet edenler tâbiîlerin birinci tabakası olarak kabul edilmiştir.

Hz. Peygamber’in (s.a.) Gaybdan Haber Vermesi

Kur’an-ı Kerim’de Allah Resûlü’nün hem müjdeci hem de uyarıcı olarak görevlendirildiği bildirilmektedir.

إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا
Şüphesiz biz seni, şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. (Fetih, 48/8)

Hz. Peygamber (s.a.) miraca çıkarılmış, Allah’ın türlü ayetleri; mahşer, hesap, sırat, cennet ve cehennem gösterilmiştir. Mirac dönüşü Resûlullah, müşahede ettiklerini ümmetine haber vermiştir. Miracın gayesi de bu olsa gerektir.

Ayrıca Allah (cc), zaman zaman Resûlüne vayh-i ğayri metlüv diye nitelenen bildirimler yapmıştır.
وَأَنزَلَ اللّهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُ وَكَانَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ عَظِيمًا

…Allah sana Kitab’ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir. Allah’ın lütfu sana gerçekten büyük olmuştur. (Nisa 4/113)

…وَعُرِضَتْ عَلَيَّ أُمَّتِي فَلَمْ يَخْفَ عَلَيَّ التَّابِعُ وَالْمَتْبُوعُ

“…Ümmetim bana gösterildi. Onların hiçbir hali bana gizli kalmadı.”

Cennetle Müjdelenen Sahabîlerle Alakalı Rivayetler

Aşere-i mübeşşere Hz. Peygamber tarafından cennetlik oldukları müjdelenen on sahabî demektir. Bu sahabîler, aynı rivayette zikredildiklerinden dolayı toplu olarak tesbit edilmiş ve aşere-i mübeşşere şeklinde terimleşmiştir.

Cennetle müjdelenen sahabîlerle alakalı rivayetlerden bazıları şunlardır:

-1سَمِعْتُ سَعِيدَ بْنَ زَيْدِ بْنِ عَمْرِو بْنِ نُفَيْلٍ قَالَ: لَمَّا قَدِمَ فُلاَنٌ الْكُوفَةَ أَقَامَ فُلاَنٌ خَطِيبًا، فَأَخَذَ بِيَدِى سَعِيدُ بْنُ زَيْدٍ فَقَالَ: أَلاَ تَرَى إِلَى هَذَا الظَّالِمِ؟ فَأَشْهَدُ عَلَى التِّسْعَةِ إِنَّهُمْ فِى الْجَنَّةِ، وَلَوْ شَهِدْتُ عَلَى الْعَاشِرِ لَمْ إِيثَمْ – قَالَ ابْنُ إِدْرِيسَ وَالْعَرَبُ تَقُولُ آثَمْ – قُلْتُ وَمَنِ التِّسْعَةُ؟ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- وَهُوَ عَلَى حِرَاءٍ: « اثْبُتْ حِرَاءُ! إِنَّهُ لَيْسَ عَلَيْكَ إِلاَّ نَبِىٌّ أَوْ صِدِّيقٌ أَوْ شَهِيدٌ ». قُلْتُ: وَمَنِ التِّسْعَةُ؟ قَالَ: رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم-، وَأَبُو بَكْرٍ، وَعُمَرُ، وَعُثْمَانُ، وَعَلِىٌّ، وَطَلْحَةُ، وَالزُّبَيْرُ، وَسَعْدُ بْنُ أَبِى وَقَّاصٍ، وَعَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ عَوْفٍ. قُلْتُ: وَمَنِ الْعَاشِرُ؟ فَتَلَكَّأَ هُنَيَّةً ثُمَّ قَالَ: أَنَا.

Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Falan kimse (yani Hz. Muâviye) Kûfe’ye gelince, falan şahıs (yani Muğîre b. Şube) kalkıp bir konuşma yaptı. Bunun üzerine Saîd b. Zeyd elimden tuttu (ve hatibe işaret ederek): “Şu zalimi görüyor musun? Ben dokuz kişinin cennetlik oldu¬ğuna şahitlik ederim. Eğer onuncu kişinin cennetlik olduğuna da şahitlik etsem günaha girmiş olmam. (Ravilerden İbn İdris dedi ki: Bu hadiste¬ki “günaha girmiş olmam” anlamına gelen “lem îsim” kelimesini Araplar “(lem) âsem” şeklinde okurlar.)

Ben, “dokuz (kişi) kimdir?” dedim. Şöyle cevap verdi: Resûlullah (s.a.) Hıra (dağı) üzerinde iken (dağ bir ara sallan¬maya başlayınca dağa hitaben: “Ey hıra dağı, sakin ol. Çünkü senin üzerinde bir peygamber, bir sıddık, bir de şehid vardır” dedi. Bunun üzerine dağın sallanması durdu. Ben tekrar: “Dokuz kişi kimdir?” dedim. Resûlullah (s.a.), Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyir, Sa‘d b. Ebî Vakkâs, Abdurrahman b. Avf, cevabını verdi. “Onuncu kimdir?” dedim. Biraz durakladı, sonra: “Ben” dedi.

-2عَنْ أَبِى مُوسَى الأَشْعَرِىِّ قَالَ: بَيْنَمَا رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- فِى حَائِطٍ مِنْ حَائِطِ الْمَدِينَةِ، وَهُوَ مُتَّكِئٌ يَرْكُزُ بِعُودٍ مَعَهُ بَيْنَ الْمَاءِ وَالطِّينِ، إِذَا اسْتَفْتَحَ رَجُلٌ فَقَالَ: « افْتَحْ وَبَشِّرْهُ بِالْجَنَّةِ ». قَالَ: فَإِذَا أَبُو بَكْرٍ، فَفَتَحْتُ لَهُ وَبَشَّرْتُهُ بِالْجَنَّةِ – قَالَ: – ثُمَّ اسْتَفْتَحَ رَجُلٌ آخَرُ فَقَالَ: « افْتَحْ وَبَشِّرْهُ بِالْجَنَّةِ ». قَالَ: فَذَهَبْتُ فَإِذَا هُوَ عُمَرُ، فَفَتَحْتُ لَهُ وَبَشَّرْتُهُ بِالْجَنَّةِ، ثُمَّ اسْتَفْتَحَ رَجُلٌ آخَرُ – قَالَ: – فَجَلَسَ النَّبِىُّ -صلى الله عليه وسلم- فَقَالَ: « افْتَحْ وَبَشِّرْهُ بِالْجَنَّةِ عَلَى بَلْوَى تَكُونُ ». قَالَ: فَذَهَبْتُ فَإِذَا هُوَ عُثْمَانُ بْنُ عَفَّانَ، – قَالَ: – فَفَتَحْتُ وَبَشَّرْتُهُ بِالْجَنَّةِ – قَالَ: – وَقُلْتُ الَّذِى قَالَ، فَقَالَ: اللَّهُمَّ صَبْرًا أَوِ اللَّهُ الْمُسْتَعَانُ

Ebu Musa el-Eş‘arî’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Bir defasında Resûlüllah (s.a.) Medine’nin bahçelerinden birin¬de dayanmış olduğu halde yanındaki bir değneği su ile çamur arasına dik¬meye çalışırken aniden biri kapıyı çaldı. Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.), «Aç ve onu cennetle müjdele!» buyurdular. Bir de baktım ki Ebu Bekir. Kapıyı açtım ve kendisini cennetle müjdeledim. Sonra başka bir zat kapının açılmasını istedi. Resûlüllah (s.a.): «Aç ve onu cennetle müjdele!» buyurdular. Ben (kapıya) gittim. Bir de baktım ki Ömer. Kapıyı açtım ve kendisini cennetle müjde¬ledim. Sonra başka bir zat kapıyı çaldı. (Bu sefer) Hz. Peygamber (s.a.) oturdu ve şöyle buyurdu: «Aç ve başa gelecek belalar şartıyla onu cennetle müjdele!» buyurdular. Bir de baktım ki Osman b. Affan. Ona da kapıyı açtım ve kendisini cennetle müjdeledim. Hz. Peygamber’in (s.a.) dediğini kendisine söyledim. Osman: Allahım sabır! Veya, yardım edecek olan Allah’dır, dedi.

-3أَخْبَرَنِى أَبُو مُوسَى الأَشْعَرِىُّ، أَنَّهُ تَوَضَّأَ فِى بَيْتِهِ ثُمَّ خَرَجَ، فَقَالَ: لأَلْزَمَنَّ رَسُولَ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- وَلأَكُونَنَّ مَعَهُ يَوْمِى هَذَا. قَالَ: فَجَاءَ الْمَسْجِدَ فَسَأَلَ عَنِ النَّبِىِّ -صلى الله عليه وسلم-، فَقَالُوا: خَرَجَ، وَجَّهَ هَا هُنَا – قَالَ: – فَخَرَجْتُ عَلَى أَثَرِهِ أَسْأَلُ عَنْهُ حَتَّى دَخَلَ بِئْرَ أَرِيسٍ، – قَالَ: – فَجَلَسْتُ عِنْدَ الْبَابِ وَبَابُهَا مِنْ جَرِيدٍ حَتَّى قَضَى رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- حَاجَتَهُ وَتَوَضَّأَ، فَقُمْتُ إِلَيْهِ فَإِذَا هُوَ قَدْ جَلَسَ عَلَى بِئْرِ أَرِيسٍ، وَتَوَسَّطَ قُفَّهَا وَكَشَفَ عَنْ سَاقَيْهِ وَدَلاَّهُمَا فِى الْبِئْرِ، – قَالَ: – فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ ثُمَّ انْصَرَفْتُ فَجَلَسْتُ عِنْدَ الْبَابِ، فَقُلْتُ: لأَكُونَنَّ بَوَّابَ رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- الْيَوْمَ. فَجَاءَ أَبُو بَكْرٍ فَدَفَعَ الْبَابَ، فَقُلْتُ: مَنْ هَذَا؟ فَقَالَ: أَبُو بَكْرٍ، فَقُلْتُ: عَلَى رِسْلِكَ – قَالَ: – ثُمَّ ذَهَبْتُ فَقُلْتُ، يَا رَسُولَ اللَّهِ! هَذَا أَبُو بَكْرٍ يَسْتَأْذِنُ، فَقَالَ: « ائْذَنْ لَهُ وَبَشِّرْهُ بِالْجَنَّةِ ». قَالَ: فَأَقْبَلْتُ حَتَّى قُلْتُ لأَبِى بَكْرٍ: ادْخُلْ وَرَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- يُبَشِّرُكَ بِالْجَنَّةِ، – قَالَ: – فَدَخَلَ أَبُو بَكْرٍ فَجَلَسَ عَنْ يَمِينِ رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- مَعَهُ فِى الْقُفِّ وَدَلَّى رِجْلَيْهِ فِى الْبِئْرِ كَمَا صَنَعَ النَّبِىُّ -صلى الله عليه وسلم- وَكَشَفَ عَنْ سَاقَيْهِ، ثُمَّ رَجَعْتُ فَجَلَسْتُ وَقَدْ تَرَكْتُ أَخِى يَتَوَضَّأُ وَيَلْحَقُنِى، فَقُلْتُ إِنْ يُرِدِ اللَّهُ بِفُلاَنٍ – يُرِيدُ أَخَاهُ – خَيْرًا يَأْتِ بِهِ، فَإِذَا إِنْسَانٌ يُحَرِّكُ الْبَابَ، فَقُلْتُ: مَنْ هَذَا؟ فَقَالَ: عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ، فَقُلْتُ: عَلَى رِسْلِكَ، ثُمَّ جِئْتُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ، وَقُلْتُ: هَذَا عُمَرُ يَسْتَأْذِنُ، فَقَالَ: « ائْذَنْ لَهُ وَبَشِّرْهُ بِالْجَنَّةِ ». فَجِئْتُ عُمَرَ، فَقُلْتُ: أَذِنَ وَيُبَشِّرُكَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- بِالْجَنَّةِ – قَالَ: – فَدَخَلَ فَجَلَسَ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- فِى الْقُفِّ عَنْ يَسَارِهِ وَدَلَّى رِجْلَيْهِ فِى الْبِئْرِ، ثُمَّ رَجَعْتُ فَجَلَسْتُ، فَقُلْتُ: إِنْ يُرِدِ اللَّهُ بِفُلاَنٍ خَيْرًا – يَعْنِى أَخَاهُ – يَأْتِ بِهِ، فَجَاءَ إِنْسَانٌ فَحَرَّكَ الْبَابَ، فَقُلْتُ: مَنْ هَذَا؟ فَقَالَ: عُثْمَانُ بْنُ عَفَّانَ، فَقُلْتُ: عَلَى رِسْلِكَ – قَالَ: – وَجِئْتُ النَّبِىَّ -صلى الله عليه وسلم- فَأَخْبَرْتُهُ، فَقَالَ: « ائْذَنْ لَهُ وَبَشِّرْهُ بِالْجَنَّةِ مَعَ بَلْوَى تُصِيبُهُ »، قَالَ: فَجِئْتُ فَقُلْتُ: ادْخُلْ وَيُبَشِّرُكَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- بِالْجَنَّةِ مَعَ بَلْوَى تُصِيبُكَ، – قَالَ: – فَدَخَلَ فَوَجَدَ الْقُفَّ قَدْ مُلِئَ، فَجَلَسَ وُجَاهَهُمْ مِنَ الشِّقِّ الآخَرِ. قَالَ شَرِيكٌ: فَقَالَ سَعِيدُ بْنُ الْمُسَيَّبِ: فَأَوَّلْتُهَا قُبُورَهُمْ.

Ebu Musa el-Eş‘arî haber verdi ki, kendisi evinde abdest almış, sonra dışarı çıkarak: Bugün mutlaka Resûlüllah’ın (s.a.) yanında bulunacağım, demiş ve mescide gelmiş. Hz. Peygamber’i (s.a.) sor¬muş: Çıktı şu tarafa doğru gitti, demişler. Ebu Musa diyor ki: Ben de onu sorarak izinden yola çıktım. Nihayet erîs kuyusunun olduğu yere girdi. Ben de kapıda oturdum. Onun kapısı hurma dalından idi. Resûlüllah (s.a.) hacetini görüp abdestini alınca kalkarak yanına vardım. Bir de baktım erîs kuyusunun kenarına oturmuş, baldırlarını açmış ve ayaklarını kuyuya sarkıtmış. Ona selâm verdim. Sonra giderek kapının yanına oturdum. (Kendi ken¬dime) Bugün Resûlüllah’a (s.a.) kapıcılık yapacağım, dedim. Az sonra Ebu Bekir geldi ve kapıyı çaldı. Kim o? dedim. Ebu Bekir! cevabını verdi. Bekle! dedim. Sonra giderek: Ya Resûlallah! Bu gelen Ebu Bekir’dir. İzin istiyor, dedim. «Ona izin ver ve kendisini cennetle müjdele!» buyurdu. Ben dönüp geldim ve Ebu Bekir’e: Gir! Resûlüllah (s.a.) seni cennetle müj¬deliyor, dedim. Ebu Bekir girdi ve Resûlüllah’ın (s.a.) sağ tarafına oturdu. Ayaklarını da Hz. Peygamber’in (s.a.) yaptığı gibi kuyuya sarkıttı, baldırlarını açtı. Sonra ben (kapı yanına) döndüm ve oturdum. Kardeşimi abdest alırken bırakmıştım. Bana yetişecekti. (İçimden kardeşimi kastederek) Eğer Allah filâna hayır murad etti ise, onu buraya getirir, dedim. Bir de baktım biri kapıyı kıpırdatıyor: Kim o? dedim. Ömer b. Hattâb! dedi. Bekle! dedim. Sonra Resûlüllah’ın (s.a.) yanına gele¬rek selâm verdim ve: Bu gelen Ömer’dir, izin istiyor! dedim. «Ona izin ver ve kendisini cennetle müjdele!» buyurdular. Hemen Ömer’e gelerek: İzin verdi. Resûlüllah (s.a.) seni cennetle müjdeliyor! dedim. O da girdi ve Resûlüllah’ın (s.a.) sol tarafına oturdu. Ayaklarını kuyuya sarkıttı. Sonra (kapının yanına) dönerek oturdum. (kardeşimi kastederek) Allah filâna hayır murad etti ise onu (buraya) getirir, dedim. Der¬ken biri gelerek kapıyı salladı: Kim o? dedim. Osman b. Affân’ım! cevabını verdi. Bekle! dedim ve Hz. Peygamber’e (s.a.) gelerek haber verdim: «Ona izin ver; ve başına gelecek bir belâ ile birlikte kendisini cen¬netle müjdele!» buyurdu. Hemen geldim ve: Gir! Resûlüllah (s.a.) başına gelecek bir belâ ile birlikte seni cennetle müjdeliyor, dedim. O da girdi. Fakat kuyunun başı dolmuştu. Öbür tarafa onların karşılarına geçip oturdu.
Şerik dedi ki: Saîd b. Müseyyeb: Ben bunu kabirlerine yorumladım, dedi.

-4حَدَّثَنِي جَدِّي رِيَاحُ بْنُ الْحَارِثِ، أَنَّ الْمُغِيرَةَ بْنَ شُعْبَةَ كَانَ فِي الْمَسْجِدِ الْأَكْبَرِ وَعِنْدَهُ أَهْلُ الْكُوفَةِ عَنْ يَمِينِهِ وَعَنْ يَسَارِهِ، فَجَاءَهُ رَجُلٌ يُدْعَى سَعِيدَ بْنَ زَيْدٍ، فَحَيَّاهُ الْمُغِيرَةُ وَأَجْلَسَهُ عِنْدَ رِجْلَيْهِ عَلَى السَّرِيرِ، فَجَاءَ رَجُلٌ مِنْ أَهْلِ الْكُوفَةِ فَاسْتَقْبَلَ الْمُغِيرَةَ فَسَبَّ وَسَبَّ، فَقَالَ: مَنْ يَسُبُّ هَذَا يَا مُغِيرَةُ؟ قَالَ: يَسُبُّ عَلِيَّ بْنَ أَبِي طَالِبٍ، قَالَ: يَا مُغِيرَ بْنَ شُعْبَ! يَا مُغِيرَ بْنَ شُعْبَ! ثَلَاثًا أَلَا أَسْمَعُ أَصْحَابَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُسَبُّونَ عِنْدَكَ لَا تُنْكِرُ وَلَا تُغَيِّرُ؟ فَأَنَا أَشْهَدُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِمَا سَمِعَتْ أُذُنَايَ وَوَعَاهُ قَلْبِي مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَإِنِّي لَمْ أَكُنْ أَرْوِي عَنْهُ كَذِبًا يَسْأَلُنِي عَنْهُ إِذَا لَقِيتُهُ أَنَّهُ قَالَ: أَبُو بَكْرٍ فِي الْجَنَّةِ، وَعُمَرُ فِي الْجَنَّةِ، وَعَلِيٌّ فِي الْجَنَّةِ، وَعُثْمَانُ فِي الْجَنَّةِ، وَطَلْحَةُ فِي الْجَنَّةِ، وَالزُّبَيْرُ فِي الْجَنَّةِ، وَعَبْدُ الرَّحْمَنِ فِي الْجَنَّةِ، وَسَعْدُ بْنُ مَالِكٍ فِي الْجَنَّةِ، وَتَاسِعُ الْمُؤْمِنِينَ فِي الْجَنَّةِ لَوْ شِئْتُ أَنْ أُسَمِّيَهُ لَسَمَّيْتُهُ، قَالَ: فَضَجَّ أَهْلُ الْمَسْجِدِ يُنَاشِدُونَهُ: يَا صَاحِبَ رَسُولِ اللَّهِ! مَنْ التَّاسِعُ؟ قَالَ: نَاشَدْتُمُونِي بِاللَّهِ، وَاللَّهِ الْعَظِيمِ أَنَا تَاسِعُ الْمُؤْمِنِينَ وَرَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْعَاشِرُ، ثُمَّ أَتْبَعَ ذَلِكَ يَمِينًا قَالَ: وَاللَّهِ لَمَشْهَدٌ شَهِدَهُ رَجُلٌ يُغَبِّرُ فِيهِ وَجْهَهُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَفْضَلُ مِنْ عَمَلِ أَحَدِكُمْ وَلَوْ عُمِّرَ عُمُرَ نُوحٍ عَلَيْهِ السَّلَام.

Riyâh b. el-Haris bildiriyor: Muğire b. Şu‘be büyük mescidde oturmuştu. Sağında ve solunda da Kûfeliler oturuyordu. Saîd b. Zeyd adında bir adam gelince Muğîre onu hoş bir şekilde karşıladı ve divanda ayaklarının yanına oturttu. O esnada Kûfelilerden bir adam geldi. Muğîre’nin karşısında durdu ve sövüp saymaya başladı. Saîd: “Ey Muğîre! Bu adam kime sövüyor?” diye sorunca, Muğire: “Ali b. Ebi Tâlib’e sövüyor” karşılığını verdi. Bunun üzerine Saîd üç defa: “Ey Muğire b. Şu‘be!” dedikten sonra şöyle devam etti: “Yanında Hz. Peygamber’in (s.a.) ashabına sövüldüğünü duyduğun halde neden karşı çıkmıyorsun? Resûlullah’ın (s.a.) şu sözünü kulaklarımla işittiğime ve aklımda iyice tuttuğuma dair şehadet ederim ki, onun adına size yalan söyleyecek değilim. Zira onunla karşılaştığımda bunun hesabını benden sorar: «Ebu Bekir cennettedir. Ömer cennettedir. Ali cennettedir. Osman cennettedir. Talha cennettedir. Zübeyir cennettedir. Abdurrahman (b. Avf) cennetedir. Sa‘d b. Mâlik cennettedir» Müminlerin dokuzuncusu da cennettedir ve istesem onun da adını verebilirim.” Mesciddekiler bir anda ayaklanıp: “Ey Hz. Peygamber’in (s.a.) sahabîsi! dokuzuncu kişi kim?” diyerek adını söylemesi konusunda ısrar ettiler. Saîd: “Allah adına söylemem konusunda bana ısrar ettiniz. Allah da pek yücedir. Müminlerin dokuzuncusu olan o kişi benim. Resûlullah (s.a.) de onuncu kişidir” dedi ve yemin ederek şöyle devam etti: “Vallahi kişinin Hz. Peygamber’in (s.a.) yanında bulunup da sadece yüzünün tozlanması, sizden birinize Hz. Nuh’un ömrü kadar ömür verilip de ölene kadar salih amel işlemesinden daha hayırlıdır.”

Aşere-i Mübeşşere Dışında Cennetlikler

Hadislerde cennetlik oldukları topluca haber verilen bu sahâbîlerden başka toplu veya münferit olarak cennetle müjdelenenler de vardır.

Bedir Savaşına Katılanlar

حَدَّثَنِي إِسْحَاقُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ، أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ إِدْرِيسَ، قَالَ: سَمِعْتُ حُصَيْنَ بْنَ عَبْدِ الرَّحْمَنِ، عَنْ سَعْدِ بْنِ عُبَيْدَةَ، عَنْ أَبِي عَبْدِ الرَّحْمَنِ السُّلَمِيِّ، عَنْ عَلِيٍّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، قَالَ: بَعَثَنِي رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأَبَا مَرْثَدٍ الغَنَوِيَّ، وَالزُّبَيْرَ بْنَ العَوَّامِ، وَكُلُّنَا فَارِسٌ، قَالَ: «انْطَلِقُوا حَتَّى تَأْتُوا رَوْضَةَ خَاخٍ، فَإِنَّ بِهَا امْرَأَةً مِنَ المُشْرِكِينَ، مَعَهَا كِتَابٌ مِنْ حَاطِبِ بْنِ أَبِي بَلْتَعَةَ إِلَى المُشْرِكِينَ» فَأَدْرَكْنَاهَا تَسِيرُ عَلَى بَعِيرٍ لَهَا، حَيْثُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَقُلْنَا: الكِتَابُ، فَقَالَتْ: مَا مَعَنَا كِتَابٌ، فَأَنَخْنَاهَا فَالْتَمَسْنَا فَلَمْ نَرَ كِتَابًا، فَقُلْنَا: مَا كَذَبَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، لَتُخْرِجِنَّ الكِتَابَ أَوْ لَنُجَرِّدَنَّكِ، فَلَمَّا رَأَتِ الجِدَّ أَهْوَتِ الى حُجْزَتِهَا، وَهِيَ مُحْتَجِزَةٌ بِكِسَاءٍ، فَأَخْرَجَتْهُ، فَانْطَلَقْنَا بِهَا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَقَالَ عُمَرُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، قَدْ خَانَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَالمُؤْمِنِينَ، فَدَعْنِي فَلِأَضْرِبَ عُنُقَهُ، فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «مَا حَمَلَكَ عَلَى مَا صَنَعْتَ» قَالَ حَاطِبٌ: وَاللَّهِ مَا بِي أَنْ لاَ أَكُونَ مُؤْمِنًا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، أَرَدْتُ أَنْ يَكُونَ لِي عِنْدَ القَوْمِ يَدٌ يَدْفَعُ اللَّهُ بِهَا عَنْ أَهْلِي وَمَالِي، وَلَيْسَ أَحَدٌ مِنْ أَصْحَابِكَ إِلَّا لَهُ هُنَاكَ مِنْ عَشِيرَتِهِ مَنْ يَدْفَعُ اللَّهُ بِهِ عَنْ أَهْلِهِ وَمَالِهِ، فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «صَدَقَ وَلاَ تَقُولُوا لَهُ إِلَّا خَيْرًا» فَقَالَ عُمَرُ: إِنَّهُ قَدْ خَانَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَالمُؤْمِنِينَ، فَدَعْنِي فَلِأَضْرِبَ عُنُقَهُ، فَقَالَ: «أَلَيْسَ مِنْ أَهْلِ بَدْرٍ؟» فَقَالَ: ” لَعَلَّ اللَّهَ اطَّلَعَ إِلَى أَهْلِ بَدْرٍ؟ فَقَالَ: اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ، فَقَدْ وَجَبَتْ لَكُمُ الجَنَّةُ، أَوْ: فَقَدْ غَفَرْتُ لَكُمْ ” فَدَمَعَتْ عَيْنَا عُمَرَ، وَقَالَ: اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ

Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.) beni, Ebû Mersed’i ve Zübeyir’i gönderdi. Hepimiz süvârî idik. Resûlullah: “Gidin, Hâh bostânına kadar ilerleyin. Orada müşrik¬lerden bir kadın vardır. Kadının yanında Hâtıb b. Ebî Beltea’dan Mekke müşriklerine yazılmış bir mektup vardır. (Onu bana getirin)” buyurdu. Nihayet biz o kadına Resûlullah’ın dediği yerde, kendisine ait bir deve üzerindeyken yetiştik. Kadına: Mektubu çıkar, dedik. Kadın: Bizim yanımızda mektup yok, diye inkâr etti. Biz; bindiği deveyi çöktürdük ve mektubu aradık fakat bulamadık. Kadına: Resûlullah yalan söylememiştir. Ya mektubu çıkaracaksın yahut elbiselerini soyup bulacağız, dedik. Kadın ciddi olduğumuzu görünce, elini belindeki kuşağa uzattı, mek¬tup kadının beline bağlanmış kuşaktaydı. Kadın onu çıkardı. Biz yazıyı alıp Resûlullah’a getirdik… Ömer: Ya Resûlallah! Bu zât Allah’a, Resûlüne ve müminlere ha¬inlik yapmıştır; müsaade et boynunu vurayım, dedi. Hz. Peygamber (s.a.), Hâtıb’a hitaben: “Bunu niçin yaptın?” buyurdu. Hâtıb: Vallahi Allah’ı ve Rasûlü’nü inkar etmiş değilim. Ben sadece Mekkeliler arasında bir değerim olsun da, bununla Allah, ailemi ve malımı himaye etsin istedim. Senin yanındaki Muhacir sahâbîlerden herbirinin Mekke’de ailesini ve ma¬lını koruyacak hısımları vardır; (benim ise kimsem yoktur, ben on¬larla sadece anlaşmalı bir kimseyim; Kureyş’ten değilim), dedi.

Hâtıb’ın bu savunması üzerine Hz. Peygamber (s.a.): “Hâtıb doğru savunma yaptı, ona hayırdan başka birşey söy¬lemeyin!” buyurdu. Fakat Ömer: Muhakkak o Allah’a, Resûlü’ne ve müminlere hainlik yap¬mıştır. Müsaade et onun boynunu vurayım, dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Hâtıb Bedir’e katılanlardan değil mi?” buyurdu ve şöyle devam etti: “Belki Allah, Bedir ehline bakmış da: İstediğinizi yapın, cennet sizlere vâcib olmuştur: veya: Ben sizleri bağışladım, buyurmuştur” dedi. Bunun üzerine Ömer’in gözlerinden yaşlar boşandı ve şöyle dedi: Allah ve Resûlü en iyi bilendir.

حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ، حَدَّثَنَا لَيْثٌ، ح وَحَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ رُمْحٍ، أَخْبَرَنَا اللَّيْثُ، عَنْ أَبِي الزُّبَيْرِ، عَنْ جَابِرٍ، أَنَّ عَبْدًا لِحَاطِبٍ جَاءَ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَشْكُو حَاطِبًا فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللهِ لَيَدْخُلَنَّ حَاطِبٌ النَّارَ، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «كَذَبْتَ لَا يَدْخُلُهَا، فَإِنَّهُ شَهِدَ بَدْرًا وَالْحُدَي

(1530)